Dolar (USD)
32.51
Euro (EUR)
34.86
Gram Altın
2432.65
BIST 100
9716.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Haziran 2019

Mârifet veya; “Men Arefe Nefsehu Fekad Arefe Rabbehu!..”

Kendisini, çevresini, yaşadığı hayatı ve genel olarak bütün kâinatı; bilme, tanıma, anlama ve öğrenme merakı, insanoğlunun fıtratında bulunan önemli bir duygudur. Bunun için o, bu dünyaya geldiğinden beri; “ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, beni buraya kim gönderdi, yaşadığım hayat neyin nesidir”, sorularının cevabını arayıp durmaktadır. Bunun için, diğer peygamberler gibi, Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de hep insanlara; hayatın anlamını, amacını ve iyi bir insan olmanın yollarını anlatmıştır.

Kâinatı da, hayatı da yaratan Allahü Teâlâ’dır. Öyleyse iyi bir insan olmak istiyorsak, öncelikle Mevla’mızı doğru bir şekilde tanımalıyız. İslam âlimleri, bu konuyu; ‘marifet’ tabiri ile ifade etmişlerdir. Zira bu manadaki mârifet’, Allahü Teâlâ’yı; bilmek, anlamak ve tanımak, demektir. Zaten Rabbimiz celle celalüh de, kendisini tanımamızı emrediyor. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:

“Ben, cinleri ve insanları ancak ve ancak Bana ibadet etsinler, diye yarattım.” (Zariyat 56) Bu âyet-i kerimede geçen “ibadet etsinler” ifadesi, “beni tanısınlar” şeklinde tefsir edilmiştir. Çünkü ibadet; ibadet edilenin ‘marifet’ine yani bilinmesine ve tanınmasına bağlıdır. Zira bilinmeyene ibadet edilemez. Binaenaleyh önce ‘mârifet’ gerekir. Faraza ‘marifet’ olmadan ibadet yapılsa da pek bir mânâsı olmaz.

Konu ile alakalı iki âyet-i kerime daha: “Allah’ın, kalbini İslâm’a açtığı bir kimse, Rabbinden bir ‘nur’ üzere olmaz mı?” (Zümer 22) ve “Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı takvâ sahibi olursanız O, size bir ‘furkan’ verir.” (Enfal 29) İşte bu iki âyet-i kerimedeki ‘nur’ ve ‘furkan’ kelimeleri; ‘mârifet’e işarettir. Bir de: “Onlar, Allah’ı takdir edemediler,” (Enam 91) âyet-i kerimesi vardır. Buradaki “takdir edemediler” ifadesi de, “tam olarak tanıyamadılar”, anlamındadır.

İslam âlimleri, ‘mârifet’; “Allahü Teâlâ’nın yüce Zatı’nın bilinemeyeceğini, bilmektir,” demişlerdir. Zünnûn-ı Mısrî hazretleri de, “Allahü Teâlâ’nın yüce Zâtı hakkında tefekkür etmek cehalettir ve de ‘mârifet’in hakikati hayrettir”, demiştir.

Dolayısıyla ‘mârifet’, Mevlâ’mızın; -yüce Zatı değil- sıfatları, isimleri ve fiilleri hakkındaki sahih ve doğru bilgidir.

Evet Rabbimizin; isimleri, sıfatları ve fiilleri hakkındaki bilgiyi, yüce Kitabı’ndan öğreneceğiz. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “O’nun hak olduğunu anlayıncaya kadar ayetlerimizi, onlara hem ufuklarda hem de kendi nefislerinde göstereceğiz. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?” (Fussılet 53) Buradaki ‘âfak’ yani ufuklardan maksat, insanın dışındaki kâinattır. ‘Enfüs’ yani nefislerden gaye de; küçük kâinat olan insandır.

Bunun için âlimler: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu” (Kişinin, Allahü Teâlâ’yı tanıması, kendi nefsini tanımasına bağlıdır ve nefsini tanıyan, Rabbini de tanır,) demişlerdir. İnsan, nefsini şöyle tanıyacak: Sahip olduğu maddî ve manevî bütün imkânlara dikkatlice bakacak ve diyecek ki: Ben, kimin eseriyim? Sahip olduğum solunum, sindirim, dolaşım, boşaltım ve benzeri muazzam sitemler kendi kendine mi var oldu? Yine rahat yaşayabilmem için lazım olan; el ayak, dil, göz, kulak ve benzeri cihazları kim vücuduma monte etti? Sonra diyecek ki; ben, kendi irademle bu dünyaya gelmedim; ruhumu ve bedenimi ben yaratmadım; vücudumdaki hiçbir sistem veya organın varoluşunda bir katkım yok. Hele hele hayat kaynağım olan rûhum hakkında hiçbir fikrim yok!

Sonra aklını çalıştırıp şu soruyu soracak: Peki içinde yaşadığım kâinatı ve küçük kâinat sayılan insanı kim yarattı? İşte tam bu noktada iz’an insaf ve imanın gereğini yapıp şöyle cevap verecek: “Beni de, hayatı da, kâinatı da yaratan, donatan ve idare eden bir sonsuz kudret sâhibi vardır!” Sonra -İlahî vahyin öğrettiği gibi-: “O sonsuz kudret sâhibi yüce Zat, Allahü Teâlâ’dır,” hakikatini haykıracak. İşte bu merhaleden sonra artık Rabbini tanımak ve kendisinden ne istediğini öğrenmek için O’nun son peygamberi Muhammed Aleyhisselamın getirdiği İslam dinini öğrenmeye başlayacaktır. İşte; “nefsini tanıyan, Rabbini de tanır,” sözünün manası kısaca böyledir.