Manzarasızlık
Ne olsun; kimileri kendi köklerinden
nefrette, kimileri dallarına aşık, meyvesine tapıyor,
bizim memlekette.
Kimileri kendi köklerinden nefrette.
Kendi memleketinden, kendi insanından kıyasıya tiksiniyor. Tiksinmesindeki tek ölçüsü
ise o biricik kendisi, daracık, tek tipleşen ideolojisi. Ha kendi misyoncuğunu
meşrulaştırmak için ötekileştirileni zaaflarını kışkırtarak paravan ve sık kullanılan
kalkan yapmayı da ihmal etmiyor.
Hele bir tipleme var ki, karaktersizlik
oyuncusu diyebiliriz bunlara… İslam dini ile bir şekilde iç içe veya yan yana
gelen her şeyden tiksiniyor. Mesela siyasal İslam sözüyle başlayarak ve toptan
reddettiği iktidar güçlerinin yanına içinde kendi yakınları, bazen dedesi,
anası da olmak üzere halkını her bakımdan geri kalmış, düzeysiz, yetersiz,
kendi deyimiyle “köylü”, uygarlaşamamış, çağı yakalayamamış vesaire vesaire
olarak damgalıyor.
Bu soğukluk, bu buz tutmalarından boynu
tutulmuş gibi daima batıya- doğuya veya ütopya bellediği bir dış memlekete bakıp
içeriye, atasına, dedesine, halasına/emmisine yani şimdisine, olanına,
mevcuduna küfredip duruyor. Biz birilerinin zamanın behrinde bize "Haydi!
Defolun İran’a!" dediği gibi densin istemeyiz. Her hâlükârda
sakinleşmelerini, üslubu saygın olan eleştirileri beraber yapmayı ve ülkemizi
her şeyiyle iyiye güzele değiştirme çabasında bir el birliği teklif ederiz.
Fakat önce işaretlenmiş eller dışındaki
elleri tutmaktan tiksinmeyi bırakmalılar. Önce tenlerine sinmiş, kalplerini
kavramış dar kafalı entellik kibrini terk etmek zorundalar. Bütün bu dışa
karşı, mevcut her yakına, kendi ülkesine ve insanına karşı besleyip
büyüttükleri kayıtsız şartsız ötekileştirme ve aşağılamalardan ördükleri
uçurumlar şaka kaldırmaz zira...
Velhasıl...
Kimileri kendi köklerinden nefrette...
Kimileri de kendi dallarına aşık. Bu
ikincileri hep konuşuyoruz diye yazmadım.
Kinsiz bir insan olarak onları
anlamaya çalışıyorum. Daima kavgacı bir dil ve tavır takındıkları, öfke
nöbetleri ile şov yapmayı eylem, emek vermek sandıkları için kendi içimde onlar
adına son derece demokratik diyaloglar geliştirmeye çalışıyorum. Ayrıca ön
yargısız bir biçimde insani ilişkiler kurma çabam da daimî… ve samimi olarak
sürüyor.
Sanırım haklı başlayan fakat haksızlığa
dönüşmüş, bu çatışmalardan nemalanacak derin ya da sığ güçler tarafından
kullanılma gibi sebeplerle ülkesiyle ilgili başa çıkamayacağı bir aşağılık
kompleksine, nefrete kapılmış durumdalar. Bunu bir parça da olsa susup, aşmaya
çalışma gibi bir nefes alma, dönüp kendilerinin daha nereye kadar gideceklerini
düşünebilme sakinliğini hiç yakalayamıyorlar. Daima karamsarlık, öfke ve
bunalım yaymaktalar.
Daima geri kaldığımızdan şikâyet
eden, uzaklara hayranlıkla bakan ve bilmedikleri bilimi din edinen bir tutum
sergiledikleri halde, son günlerde olan herhangi önemli ve teknolojik bir
gelişimi bahse değer bile bulmamaları neyse de bunu küfür ve aşağılama ile
alaya alan bu uygar insanlara bakıyorum. Onlar kendilerine hiç bakıyorlar mı
bilmiyorum. Bir aynaları var mı, onu da bilmiyorum.
Onlardaki öfkeye baktıkça Türkiye
bahtsız bir ülke diyorum. Kendi vatandaşları tarafından kutuplaşmaya kurban
giden ve gerçekte sevilmeyen bir vatan. İktidar veya muhalefet üstü bir yere,
bir değere konulmayan bir vatan. Kin, öfke ve tarafgirlikle kendi kendini yiyip
bitiren, sövgü veya övgü gibi iki uçta daima kavga edenlerden huzur yüzü
görmeyen bir gönüle sahip, bu ülke...
Kendiliği boğazına durmuş, kendisi
olmayı yutkunamamış ve başkalaşmış insanların, başkalarına; artık yabancısı
oldukları ülkelerine, devletlerine, halklarına ve tabii ki değerlerine saygı
duymalarını beklemiyorum. Onların tercihlerine içerik itibariyle olmasa bile
saygı duyduğum kadar bile... Çünkü onların Kînî Değerlerinde böyle bir madde,
mana yok, biliyorum. Orantısız kinin insani değerleri nasıl bir egodan
geçirdiğini ve zavallı sahiplerini nasıl aşağılık biçimde çamuruna yığdığını
hayal edebiliyorum. Kan davası gibidir bu kin davası.