Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
29 Kasım 2019

Maneviyatsiz mimari mümkün mü?

İnsan, sınırsız bir mekanda yaşayan bir varlık değildir. İnsan, hayatını mekanla sınırlanmış bir şekilde yaşamak zorundadır. Yaşam alanlarımız, çok küçük metre karelerle sınırlıdır. 100, 200 veya 300 metrekarelerden oluşan ev, okul ve işyeri gibi yaşam alanlarımızda geniş ilişkiler ve dünyalar kurmaya çalışırız. Hayatımızın gerçek mimarisi, diğer insanlarla kurduğumuz ilişkiler dünyasıdır. Yaşadığımız mekanlar, ilişkilerimizin maneviyatımızın, felsefemizin ve sanatımızın mimari olarak ete kemiğe bürünmüş hali olmalıdır. Maneviyatımızı ve felsefemizi yansıtmayan mekanlar, mimariden uzak oldukları için bizi boğmakta, daraltmakta, sığlaştırmakta, çürütmekte ve daraltmaktadırlar.

Maneviyat tecrübesi, sürekli akış, değişkenlik ve dinamizm içinde olan bir tecrübedir. Maneviyat gibi mimari de dinamik, akışkan ve tazelenme içinde olmalıdır. Mekanın ve mimarinin ferahlık vermesi, bizi yeni manevi tecrübelere yol almamızı sağlamalıdır. Mekan ve yapı değişikliğinin ferahlık vermesi, mimarinin maneviyatımızı, düşüncemizi, aklımızı, ahlakımızı ve estetiğimizi yenilemesi demektir. Mekanın mimarisi bizde değişim ve yenilenme yaratmıyorsa, bu yanlış bir mimaride ve mekanda yaşadığımız anlamına gelmektedir.

Maneviyat, ruh olarak ifade ettiğimiz asli insani dünyamızdır. Mimari çoğu zaman insanın dışında olan, ruhu ve iç dünyasıyla ilişkili olmayan fiziksel yapılar olarak algılanmaktadır. Mimari, bir manevi faaliyettir ve ruhumuzun asli bir çabasıdır. Ruhumuzu ahlakla, akılla, sanatla ve adaletle inşa etmek için sürekli olarak çaba sarf ettiğimiz gibi, ruhumuzu dış dünyada inşa etme faaliyetinin adı da mimaridir. Mimari, maneviyattan kopuşu değil, manevi tecrübemizin devamıdır. Minari ve maneviyatın birbirinden kopması ve birbirine yabancılaşması, ruhumuzu, evlerimizi, işyerlerimizi, kentlerimizi kısacası her şeyimizi derme çatma, çirkin ve ucube haline getirmektedir. Mimar, bir maneviyat emekçisidir. Mimar; sadece betonu, taşı, kumu, demiri, tuğlayı düşünerek plan yapamaz. Mimar, insan ruhunun felsefi, manevi, ahlaki ve sanatsal derinliklerinin betona, tuğlaya ve demire nasıl şekil vereceğini düşünmek zorundadır. Mimar, mimari denilen manevi arayışın yolcusudur. Kendisini bir maneviyat yolcusu olarak görmemek, tutkulu ve dinamik bir ruha sahip olmamak, mimarı sıradan bir ameleden farklı hale getirmemektedir.

Mimari ve maneviyatın amaçları ve nitelikleri aynıdır. Maneviyat, varoluşsal düzeyde varlığımızın bütünlüğünü ve bekasını korumayı hedeflemektedir. Mimari bir yapının sağlamlığını, dayanıklılığını ve uzun süre ayakta kalmasını sağlamaya çalışan bir faaliyettir. Arkasında maneviyat olan mimari bir eseri, binayı veya yapıyı sağlam, dayanıklı ve uzun süre ayakta kalmasını sağlayabilir. Mimari ve maneviyat, insanı ve yapıyı birlikte ayakta tutmak ve hayatta güçlü bir şekilde kalmalarını sağlama faaliyetleridir. Mimari ve maneviyat, insan için teferruat değil, birer beka konusu olan tecrübelerdir.

Maneviyatın bir amacı vardır. Maneviyat, bizi her açıdan yaşayan, her açıdan tam bir işlevsellik içinde olmamızı hedefleyen, kendimizi insan olarak ahlaki, felsefi, ruhsal, sanatsal, sosyal ve bilimsel açılardan gerçekleştirmemizi sağlamayı hedeflemektedir. Maneviyatın amacı, insanın sahih ve sahici bir şekilde kendini gerçekleştirmesidir. Mimari, bir yapının insanın ihtiyaç duyduğu inşa amacına uygun bir şekilde ayakta kalmasını sağlamalıdır. Maneviyat, insanın kendini gerçekleştirmesini hedeflerken, mimaride bir yapının insanın kendini gerçekleştirme amacına hizmet edecek şekilde dizaynını sağlamaya çalışmaktadır. Maneviyat, insanın kendini gerçekleştirme tecrübesi iken, mimari, binanın kendisini gerçekleştirmesini sağlayan insani tecrübedir.

Maneviyat ve mimari, bizi ferahlatmalı, mutlu etmeli ve doyuma ulaştırmalıdır. Maneviyat, duyusal, duygusal ve davranışsal açılardan bizi tutkuyla hayata bağlamalı ve yaşama sevincini iliklerimize kadar yaşamamızı sağlayan bir tecrübe olmalıdır. Yapıların büyüklüğü, ihtişamı veya ileri teknolojisi, bizi manevi açıdan doyurmaya ve yaşama sevinciyle dolup taşmamıza yeterli değildir. Sahici bir mimari, ruhumuzu uyandırmalı, duyularımızı, duygularımızı ve düşüncelerimizi ayağa kaldırmalıdır. Başka bir ifade ile mimari, kışkırtıcı, uyandırıcı ve canlandırıcı olmalıdır. Ruhumuzu kışkırtmayan, diriltmeyen ve canlı kılmayan bir mimari, aslında işlevsel olmayan ölü bir faaliyettir.