Mal sahibi, mülk sahibi
Mâlik mal sahibi, bir mala sahip olmak, melik ise mülk, saltanat sahibi demektir. Allah bütün varlıkların hem sahibi ve hem de mâlikidir. Allah dünyada da ahirette de güç ve kuvvetin sahibidir. Ancak, Allah dünyada insanları sınamak için güç ve kuvvet verir.
Mülkün sahibi Allah’tır. “(Resûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.” (Âl-i İmrân; 26) ayetiyle bunu açıkça dile getirmektedir.
Pekâlâ: Mülkün sahibi insanlar olsaydı ne olurdu? Yine Kur’an-ı Kerim ile cevap verelim. “Yoksa onların mülkten (hükümranlıktan) bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı insanlara çekirdek filizi (kadar bir şey bile) vermezlerdi.” (Nisâ; 53). Demek ki insanlar mülk sahibi olduklarında azgınlaşıyor ve cimrileşiyorlar.
Mülk Firavun’ un elinde olduğunda; “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!" (Naziât; 24) dedi ve “Firavun kavmine seslendi ve şöyle dedi: Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâla görmüyor musunuz?” (Zuhruf; 51) diyerek böbürlendi.
Mülk Nemrud’un elinde olduğunda: “Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi! İşte o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti. İbrahim: Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez”. (Bakara; 258) diye peygamberle tartıştı.
Mülk Karun’un elinde olduğunda: “Karun ise: O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi, demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir).” (Kasas; 78) diyerek her şeyi kendinden zannetti.
Mülk Şeytan’ın elinde olduğunda: “Derken şeytan onun aklını karıştırıp Ey Âdem! dedi, sana ebedîlik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?” (Tâhâ; 120) diyerek sapıttı.
Demek ki İnsan mülke ulaştığında ya Firavun gibi, ya Karun gibi, ya Nemrud ya da Şeytan gibi olmaması gerekir. “Gerçek şu ki, insan kendini kendine yeterli görerek azar”. (Alak; 6) Hâlbuki “O gün, mülk Allah'ındır. İnsanlar arasında hüküm verir. (Bu hüküm gereği) iman edip iyi davranışlarda bulunanlar Naîm cennetlerinin içindedirler.” (Hac; 56) ve “O gün onlar (kabirlerinden) meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. Bugün hükümranlık kimindir? Kahhâr olan tek Allah'ındır”. (Mü'min; 16)
Behlûl
Dânâ bir gün, Hârûn Reşîd’e; “Senin bu saltanatının değeri olsa
olsa bir bardak sudur” der.
Reşîd, Behlûl’e; “Ben şarkın en büyük padişahıyım. Söylediğin laf mı? Benim saltanatım altında, nice şehirler, nice mülkler var.”
Behlûl
Dânâ, “Söylediğimi ispat edebilirim” der.
Hârûn
Reşîd “Tamam” deyince,
Behlûl
Dânâ, “Sana iki sorum var. İşte birincisi: Çölde susuz kalıp, ölüm hâline
gelsen. Birisi çıkıp ‘Saltanatının yarısını verirsen sana su verip seni ölümden
kurtarırım’ dese ne yaparsın?”
Hârûn
Reşîd, hiç düşünmeden şu cevâbı verir: “Elbette ölmemek için adamın
teklîfini kabûl ederim, nasıl olsa mülkümün geri kalan yarısı bana yeter.”
Behlûl
Dânâ, ikinci sorusunu sorar: “Peki, içtiğin suyu çıkaramasan, sen
kıvranıp dururken birisi çıkıp ‘Mülkünün geri kalanını bana verirsen o suyu
çıkartırım’ dese ne dersin?”
Hârun Reşîd,
“Mecbûren veririm” deyince
Behlûl Dânâ: “Gördün mü bak! Senin saltanatının değeri işte bir bardak su kadar!”der.
Mal da yalan mülkte yalan, gel biraz da sen oyalan…