Mahşerin provası
Arafat vadisini âdeta haşir meydanına çeviren Hacılar; özgürlüğe kavuşmanın çırpınışı içerisinde dualarla, telbiyelerle, salavatlarla ellerini semaya kaldırarak kendileri, akrabaları, geçmişleri ve bütün mü’minler için niyazda bulunarak, gözyaşları döküyorlar.
Bugün, büyük gün. Arefe’de, Arafat’a yivlenme günü. Hacc’da ilk fiil, ilk hareket, Arafat’tan başlıyor. Neden, Kâbe değil de Arafat? Buradaki sır Hz. Âdem Aleyhisselam’ın kıssasında gizli. Bu kıssadan yola çıkarak, Arafat’ı önemli kılan sebeplerin derinliğini anlamaya çabalıyoruz. “Kâbe”den, “Arafat”a iniş!
Kur’an’da bahsedilen kıssaya göre; Allah’ın yeryüzündeki ilk halifesi Hz. Âdem, “cennet bahçesi”nde yeşillikler ve vadiler arasında yiyor, içiyor, sıkıntılardan arî (âzâd) bir şekilde yaşıyor. Tâ ki, İblis’in O’na vesvese vermeye başlamasına kadar.
Ruhuna fücur ve takva ilham edilen “Âdem’e secde edin!..” denildiğinde, İblis dışında bütün melekler bu emre ittiba ediyor. O, İblis ki; “Bana kıyamet gününe kadar süre tanı, O’nun (o çamurdan yarattığın, yücelttiğin ve secde etmemi istediğinin) soyunu -çok azı dışında- kendime bağlayayım” diye and etmedi mi?
Vesvese İblis’in en büyük tuzağı! Hz. Âdem’in karşısına bu tuzakla defalarca çıkıyor. En sonunda Hz. Âdem’i tuzağına düşürüyor. Hz. Âdem ve Havva “yasak meyve”den yiyor. Ve İblis ahdinde muvaffak oluyor!
Hz. Âdem’in yasak meyveyi yemesiyle birlikte “ihtiyaçsızlık bahçesi” birden bire “ihtiyaç, açlık, susuzluk, ıstırap ve dert dünyası”na dönüşüveriyor. Yani (hubût) yeryüzüne iniş!
İnsanlık Arafat’ta bir kez daha buluşuyor
Arafat; Hz. Âdem’in yeryüzüne indirilişinin, O’nun ortaya çıkışının başlangıç noktası. Havva ile buluşma noktası. Yani, bütün beşerin dünyada yaratılışının başlangıcı. Kendini bilme, kendini bulma ve kendini tanıma noktası.
İşte insanlar şu anda Kâbe’den “ihtiyaçsızlık bahçesi”nden Arafat’a “ihtiyaç bahçesi”ne iniyor! Tıpkı babamız Hz. Âdem gibi! Tıpkı anamız Hz. Havva gibi! Arafat; tekrar Kâbe’ye doğru, Allah’a doğru yönelişte ilk merhale!
Hac’da ilk hareket “Arafat”tan başlıyor. Bugün tarihler 9 Zilhicce 1440 Cumartesi gününü gösteriyor. Güneşin tepeye yükselmesiyle birlikte “Arafat” mahşeri bir güne dönüşüyor!
İnsanlar, Cebelü’r-Rahme’de (Rahmet Dağı) Rahmet Peygamberi’nin Veda Haccı’nda irad ettiği hutbeyi dinlemenin hayaline dalıyor... Arafat’ın pâk ve nûr güneşinin altında feyiz alıyor... Tevhid okyanusunun milyonlarca katresi arasında varoluşun neşesini yaşıyor... Özgürlüğün hâlesinin altında, günahlardan âzâd oluyor... Tâ ki, güneş Arafat Ovası’nda kayboluncaya kadar... “Arafat Vakfesi”ne durarak; “bilgi”yi kuşanıyor.
Hacılar Cebelü’r-Rahme’de bembeyaz sele dönüşüyor
Batan güneşle gelen tufan, bir günlük şehri birbirine katıyor. Arafat’ta gecenin dehşetiyle; Cebelü’r-Rahme’nin etrafında bir girdaba dönüşen mahşeri kalabalık, yatağını bulmuş nehir misali, dokunduğu zerreyi toz bulutlarına katarak, bembeyaz bir sele dönüşüyor.
Nereye doğru? Şuur beldesi Maş’er’ul-Haram’a doğru. Bu beldede; fesat haram, haddi aşmak haram, canlıyı incitmek, bitkiyi koparmak haram. Burası, hürmet, emniyet, hürriyet, ismet yeri ve zamanı.
Meş’ar; savaş meydanıyla sınır olan bir ülkede seferberlik, silah toplamak, ruhî hazırlık, plan ve derinlemesine düşünmek için vakfe. Karanlık gecede silah toplanıyor ve silahı kuşanılıyor; fakat şuur ve Arafat’ın aydınlığında.
Sessizlik, sükûnet ve derin düşünme! Meş’ar’da herkes kendisiyle başbaşa. Herkes geceyle beraber. İnsan, vasıta ve sürücülerle dolup taşan mahşerî kalabalık! Mahşer! “O gün kişi; kardeşi, ana ve babasından... kaçar.” (Abese, 34, 35, 36) Meş’ar gecesinin mehtabı serin, şefkatli ve sevimli, Allah’ın gönül alıcı gülücüğü kalplerde tarifsiz bir bûse gibi... Ve O’nun çehresindeki kalpler, “Allah’ın aya ve mehtaba yemini”ne tanıklık ediyor.
Minâ cephesinde Hannâs, mücahitleri beklemekte! İblisler, iman ülkesini esir almışlar! Seher vakti korkunç bir savaş patlak verecek. Bu gece “bilinç ve silah” menzilinde eller mermiyle, bilinçle doldurulup, kalpler de “aşk” ve “dua” ile donatılmalı! Bütün susuzluklar Meş’ar göğünün altında tutulmalı ki, gaybî vahiy yağmurları susayanları doyursun ve kandırsın.
Meş’ar! Elde taş, dudaklarda dua, beklemede kavga sabahını! Birden bire Ezan’ın insicam dolu feryatları her köşeden uçuşmaya başlar. Yüzbinlerce “kâmet”, büyüleyici bir biçimde, rükû ve secdeye gider! Sabah Namazı, her zamanki namaz... Fakat burada kılınan bu namaz, başka yerlerdekine benzemez! Ezanlar susar ve Meş’ar uykuya dalar. Ve artık aydınlık sabahtır, peşinden gelen!
İblis’in saltanatı yerle yeksan ediliyor!
Zilhicce’nin 10’uncu günü! Bayram! Kurban Bayramı! Ve Minâ üçüncü ve son menzil! “Aşk” menzili! Bugün tevhid, aşk, özveri ve fedakarlık en muhteşem çehresiyle tecelli ediyor. Bu topluluk şimdi sadece beyaz barış güvercinlerinden değil, ondan da öte silahlı savaş mücahidlerinden oluşuyor. Silahlı ve kararlı tevhid ordusu, savaş alanı Minâ Vadisi’ne iniyor! Artık, “Bismillah, Allâhu Ekber”le İblis’in saltanatına son verme zamanı! Artık herkes birer İbrahim! O’nun yolunda İsmailini kurban edebilir.
İsmailimiz kim? Gururumuz, kibirimiz, şanımız, şöhretimiz, canımız, malımız, ailemiz, evlatlarımız, ruhumuz, gençliğimiz, güzelliğimiz... Madem İbrahimiz! İblis’i yenmeliyiz! Hiç tereddüt etmeden içimizdeki İsmail’i, Minâ’da kurban etmeliyiz! Tıpkı Hz. İbrahim gibi! Hz. İbrahim de öyle yapmadı mı? Ulvî emre boyun eğip, İblis’i yenmedi mi?
Zaferin nişânesi; Kurban Bayramı
Üçüncü gün, üçüncü aşama sizleri bekliyor! Cephaneler; vesveselere sebep olan “Büyük İblis”, “Orta İblis” ve “Küçük İblis” menzilinde kullanılarak, tehlike bertaraf edilecek! Bu zaferin nişanesi olarak, İbrahimî bir duruşla Minâ’da bıçaklar İsmaillerin gırtlağına dayanarak, Allah’ın hediye ettiği, Cebrail Aleyhisselam’ın insanlığa ulaştırdığı koçlar kesilecek! Saçlar tıraş edilip, yeniden doğmanın sevinciyle ihramdan çıkılacak. Artık bayram!.. Haccedenlerin bayramı! İnananların bayramı!.. Kurban Bayramı!
Haccınız mebrûr, vakfeniz makbul, sa’yiniz meşkûr, kurbanınız kabul, bayramınız mübarek olsun.
***
HAC ARAFAT’TIR
Arafat Vadisi’nde 70 metre yükseklikteki tepecik. Hz. Adem ile Hz. Havva’nın Cennet’ten çıkarıldıktan sonra buluştukları, Hz. Peygamberimizin Veda Hutbesi’ni irad ettiği mekân. Arafat; haşir meydanının dünyadaki numunesi.
Cebel-i Arafat, Arafat Meydanı’nın doğu kıyısındaki dağın adıdır. Arafat, Mekke’nin 21 kilometre doğusunda, Tâif dağ yolu üzerinde ova görünüşünde düz bir meydandır. Doğu, kuzey ve güneyindeki dağlar, Arafat Meydanı’nı bir yay gibi kuşatmıştır. Doğudan batıya 6.5 kilometre, kuzeyden güneye de 11-12 kilometre uzunlukta olan Arafat Meydanı’nın tamamı 13.68 km2’dir. Meydanın kuzeyine doğru küçük bir tepe şeklinde Cebel-i Rahme bulunmaktadır. Halk arasında bazen Cebel-i Rahme, Arafat Dağı ile karıştırılır. Arafat, kelime olarak “bilme, anlama, tanıma” ve “güzel koku” gibi anlamlara gelen bir kökten türemektedir. Ayrıca, Hz. Âdem ile Hz. Havvâ’nın yeryüzüne indikten sonra burada buluşmaları veya Cebrâil Aleyhisselam’ın Hz. İbrahim’e Haccın nasıl ve nerelerde yapılacağını öğretirken Arafat’a geldiklerinde ona, “Arefte?” (anladın mı, tamam mı?) diye sorması, onun da “Areftü” (anladım, tanıdım) demesinden dolayı buraya Arafat veya Arefe dendiği değişik kaynaklarda belirtilir. Hz. Peygamberin “Hac Arafat’tır” buyurması, buranın önemini gösterir.
Arafat, dünyanın her tarafından gelen insanların birbirleriyle görüşüp tanıştıkları, günahları için Allah’tan af diledikleri ve annelerinden doğdukları gün gibi bütün günahlarından temizlendikleri yerdir.
***
TEŞRİK TEKBİRLERİNİ UNUTMAYALIM!
Teşrik tekbirleri arefe gününün sabah namazında başlar. Arefe gününün sabah namazından itibaren, bayramın dördüncü gününün ikindi namazına kadar, yirmi üç vakit farz namazın arkasından birer defa alınan tekbirlere teşrik tekbiri denir. Bu tekbir şu şekildedir: “Allâhü ekber. Allâhü Ekber. Lâ ilahe illallâhu vallahü ekber. Allâhü ekber. Velillahi’l hamd.” (Allah büyüktür. Allah büyüktür. Allah’tan başka kulluk edilecek hiçbir ilah yoktur. Allah büyüktür. Allah büyüktür. Hamd O’na mahsustur.) Fıkıh alimlerinin büyük çoğunluğuna göre vacip olan teşrik tekbirleri unutulmamalıdır.