'Mahrem'i öldürmek
“Mahrem”, uzun yıllardır horlanan kavramdır.
“İslam”ı
geri kalmışlığımızın baş sorumlusu sayanlar, İslam’ın âlâmeti farikalarından “mahrem”i ilk elden “suçlu” sandalyesine
oturttular.
Günbegün “mahrem”in yaşam sınırları
daraltıldı.
O hale geldi ki, “mahrem”in sınırlarını ne kadar daraltırsanız, “mahrem”ihayattan ne
kadar kovarsanız, o kadar “çağdaş”(!)
oluyorsunuz.
“Cep to cep”
haberleşmenin patlamasıyla birlikte “mahrem”
kavramı, nerdeyse buharlaştı.
“Mahrem”, “marjinal” bir kavram oldu.
“Emlak avcıları” isimli TV programda görüyorum. “Batı”lı
insanlar ev alırken, “evin mahremiyeti”ni
göz önünde bulunduruyorlar.
Öyle zannediyorum ki
Türkiye’de bir “evin mahremiyeti”nden
bahsedecek olsanız kıyamet kopar, yer yerinden oynar; ne gericiliğiniz, ne
yobazlığınız kalır; topa tutulur, linç edilirsiniz.
Maşallah boynuz kulağı
geçmiştir.
Türkiye’de, sadece yabancı, Avrupa ve Amerikan okullarında, kız-erkek ayrı eğitim yapıldığını da belirtmeliyim.
Bu büyük başarımızla ne kadar
gurur duysak azdır, başımız göğe ermiştir.
Türkiye’de “mahrem” konusu netameli ve belalıdır.
Çok tehlikeli bir alanda
kalem oynattığımın farkındayım. Ancak gerçekleri de dile getirmenin
sorumluluğunu hissediyorum.
Yeni nesillerin yabancı bir
kelime sanacakları, belki anlamı için sözlüğe bakacakları “mahrem”i anarak, hatırlatarak, toplumsal hafızada nerdeyse antik
kazı yapmak istedim.
“Mahrem” kelimesini
lügatlerimizden sürmekle kalmadık, kadınların maruz kaldıkları her türlü
olumsuzluğun sorumlusu saydık. Bu “Batılı”laşma
ile birlikte hep dillerin altındaki bakla oldu.
“Mahrem”i
yıkmakla güya “özgürlük” kazanılıyor.
“İffet”, “haya”, “edep” kavramları da “mahrem” gibi günah keçilerindendir, ağzınıza alırken korkmalı,
dikkat etmelisiniz, taşlanabilirsiniz.
Halbuki haberleri izlerken
görüyoruz ki, “İffet”, “haya”, “edep”
artık bir ihtiyaç değil, zarurettir.
“Mahrem”
kavramını hayatımızdan kovmakla, yaratılışın
kodlarıyla, toplumun genleriyle
oynadık. Bu oynamaların yaratacağı hasar ve tahribat, GDO’lu gıdalar gibi
olamayacaktır. Yıkım ve çöküntü olacaktır.
Aile,
toplumun yapı taşıdır.
Devletlerin sınırları olması gibi, ailelerin
de sınırları olmalıdır.
Ailenin sınırlarına “mahrem” denir.
Sınırları olmayan, yani mahremi olmayan ailenin,
kendisi de yoktur.
Aileyi yok ederseniz,
milleti yok edersiniz.
Sovyet işgaline giren Türki
Devletlerde “Türk Kimliği”nin
korunması “Aile”nin korunması ile
mümkün olmuştur. “Türklere mahsus ev
mimarisi” nedeniyle, komünist rejim, “Türk
aile çekirdeğini” kıramamış,
aile yıkılmayınca “Türklük” de
yıkılamamış, “Ruslaştırma”
başarılamamıştır.
Kişilerin de aileler gibi “mahrem”leri; yani “sınır”ları olmak zorundadır.
Ne yazık ki “Mahrem” kavramı dört koldan saldırı
altındadır.
Filmler, diziler, dernekler,
vakıflar, LGBT gibi sapkın örgütler, “mahrem
kavramı”nı delik deşik etmek,
hayattan daha da sürmek için var güçleriyle saldırıyorlar.
Öte yandan ”Feminizm”in kadın ile erkeği eşitleme saçmalığı ağır tahribat, yıkım yapıyor.
“Feminizm”,
kadını erkek rollere zorlamasıyla, “kadın-anne-eş”
olan “kadın” yok ediliyor.
Hava ile suyu eşitleyemezsiniz!
Kadın erkek, erkek de kadın
olmaya zorlanıyor, K-Pop’u görüyorsunuz.
Eşitleme soysuzlaştırmadır.
Kadını hiçe saymak kadar erkeği kadınlaştırmak da,
değersizleştirmek de, kadını havalara çıkarmak da toplumu çürütür, mahveder.
Bu, “Tanrıyı kıyamete zorlamak” benzeri ahmakça cüretkârlıklar, tarihin
gelecek dönemlerinde, Kur’an’da helakları anlatılan kavimler gibi, insanlığın
yüz karası olarak anılacak, “Batı
Medeniyeti”nin tükeniş nedenlerinin başında sayılacaktır.
Genetiği değiştirilmiş insanlık, insanlığın kıyameti
olacaktır.
Bu bir tufandır.
“Mahrem”, ailenin vatanıdır.
“Mahrem”i
öldürmek, “vatan”ı öldürmektir.