‘Mağarada gerçeklik’
Hz. Peygamber’in (SAV) söylediği “âlimler peygamberlerin varisleridir” sözünü, sadece onun statüsünden yararlanmak bağlamında kurmayanlar için “âlim” olmak, bir sorumluluklar dizgesine tekabül etmektedir. Bu durumda peygamberlerin toplumda ne kadar görev ve sorumlulukları varsa, âlimler de bunları yüklenmiş sayılırlar. Üstelik bir ilim adamı bu bilince vardığında, ne kadar ağır bir şey yüklenmiş olduğunun da farkına varacaktır. Artık istese bile bundan geriye bir gidiş yoktur.
Meseleyi tartışmaya geçmeden önce “alim” üzerine bazı tartışmalardan bahsetmek yararlı olacaktır. Bir kere İslam dünyasının kültürel ve düşünsel anlamda gerilemesiyle birlikte “âlim”likte de bir irtifa kaybının olduğunu belirtmeliyiz. Temel din ilimlerini bilmenin yanında dünyayı da okuma kapasitesi olan eski âlim tipi şimdi kalmadı. Bu âlim profilinin benim gözümde en tipik örneği İmam Azam’dır. Şimdi âlim kelimesiyle anlaşılan daha çok din ilimlerini aktaranlardır. Fakat ben âlim kavramını, bir alanda uzmanlaşmakla birlikte hem günümüzdeki ilimlere (fizik, kimya, sosyoloji, psikoloji vb.) biraz vukufiyet kesbetmiş, hem de dünyadaki gelişmeleri okuyarak bunlarla ilgili tavır ve söylem geliştiren bir figür olarak görüyorum.
Günümüzde bununla ilgili temel sorun; ya kendisini âlim diye niteleyenlerin “dünyevi” ilimlere bigane kalması ve dünyayı okuyamaması, ya da çok geniş bir alana yaygın dini ilimleri bilmemesidir. Her iki durum da İslam dünyasının zafiyetlerini derinleştirmektedir. İşte bu sebeple “âlim” figürünün kaybından bahsediyorum. Belki de “aydın” ve “entelektüel”in daha baskın çıkışının sebeplerini buralarda aramak lazımdır.
Bugün Müslüman toplumları bekleyen ilk görev, yukarıda tanımladığım geniş çerçevede “âlim” figürünü yeniden inşa etmek. Doğrusu bunun yolu da öncelikle eğitimin revize edilmesi ve üniversitelerin geliştirilmesinden geçiyor. Tabii ki toplumsal, kültürel ve siyasal anlamda yeni düşüncelerin geliştirilmesi elzemdir.
Fakat dünya ölçeğinde yeni bir “duruş”a ihtiyaç var. Bu peygamberi mirası üstlenmiş kimseler, kendilerine ister âlim, isterse aydın ve entelektüel desinler; son tahlilde özellikle bugün bir takım sorumlulukları yerine getirmek durumundalar. Öyle ki dünyanın gidişatı, daha fazla ertelemeleri kabul edecek durumda değil.
Geçen yazılarımda küresel ölçekteki gelişmeler, kapitalizm, tüketim toplumu gibi kavramları arkaplana yerleştirerek toplumlara kurdurulan astronomik hayaller, giderek artan kitleselleşme ve sürüleştirme politikalarından dem vurduk. Bugün giderek rafine özellikler kazanan bu gelişmeler, her seferinde farklı yöntemlerle yeniden vizyona giriyor.
Geçmişle bugün arasında değişmeyen bir şey varsa, yeni illüzyonlarla kitlelerin sürekli “yol”da tutulmalarıdır. Firavun, kendi politikalarını sürekli kılmak için sihirbazlarını devreye sokuyordu. Sihirbazlar, gerçekliğin üzerini örterek, kitlelere farklı bir gerçeklik sunuyorlardı. Hz. Musa (AS) kitlelere bu gerçekliği gösterdi; fakat işin ilginç tarafı kitleler bu gerçekliğe uyanmak konusunda o kadar istekli olmadılar. Aslında tarih boyunca da bu durum hep böyle olmuştur.
Günümüzde âlim ve entelektüellerin en temel fonksiyonu da, küresel ölçekte gerçekliğe sürekli takla attırarak yapılan çarpıtmaları topluma faş etmek ve kitleleri bu açıdan uyandırmaya çalışmaktır. Platon’un mağara metaforunda gerçeklikten haberi olmayanlar gölgeleri (sihri, çarpıtmayı, rafine yöntemleri) gerçeklik zannediyorlar. İşte âlim ve entelektüel bu yöntemleri, düşünceleri ve eyleyiş biçimlerini faş ettikçe dünya değişecektir. En kötüsü ise, entelektüellerin de bu çarpıtmaların bir parçası olmasıdır.