Maddeci ve maneviyatçı okuma
Pre-modern dönemle modern dönemi hayata bakış ve bilgi açısından ayıran bazı farklılıklar mevcuttur. Bu farklılıklar, üretilen bilginin mahiyeti kadar bunların hayata yansımaları ve eşya ile ilişki dolayımlı olarak bir dünya inşasını sonuçlar.
Yunanlılarda eşyanın bilgisi tümel
iken, Occamlı William’la birlikte tümevarımcı yaklaşım bir benimsenmiş, tümelin
bilgisi bir “nominalizm” olarak değerlendirilmiştir. Bunun üzerine eşyanın
bilgisini araştırmak üzere müthiş bir çaba harcanmaya başlanmıştır. Bu durum
ileri boyutta açık ve örtük biçimlerde eşya ile aşkın arasındaki bağıntının
koparılmasını da sonuçlamıştır.
İslam dünyası özelinde evreni
okumada tümdengelimci bir yaklaşım hakim olmuştur. Bunun pratikteki anlamı; tüm
evrenin bizzat “Tanrı” ile bağlantılı bir şekilde okunduğu ve
anlamlandırıldığıdır. Bu bağın koparılmasının bugün gelinen noktada düşünsel
bir krizi sonuçladığını daha iyi müşahede etmekteyiz. Doğrusu çağdaş dünyada
din ve bilim arasındaki ilişkiye dair tartışmalara ve geliştirilen edebiyata
baktığımızda bunu daha net anlayabilmekteyiz.
Fakat müslümanların bu minvalde daha
çok zorlandıkları husus ise, eşya ile Tanrı arasındaki ilişkiyi aşırı
metafizikleştirerek bizzat eşyanın tabiatına yönelik tikel ve maddi okumalar
geliştirememesidir. Bu durum çağdaş dünyada Müslümanlar adına iki sonuç üretmiş
görünmektedir. Birincisi, bilgi üretememek; ikincisi ise, eşyanın gerçekliğinin
okunamaması.
Bu çizdiğimiz manzara, Müslümanların
maneviyatçı bir yaşam içinde olduğu gibi bir yanılgıyı da sonuçlamamalıdır. Çünkü
mevcut olan tüm metafizikleşmeye rağmen, onun altında çıkan materyalizm
Müslüman toplumlarda dikkatle izlendiğinde görülebilecektir. Hatta İslam’ın hiç
hedeflemediği bir dualizm de buradan fışkırmıştır. Yani gündelik hayatında son
derece kapitalist ve maddeci, ancak bu maddeciliği örten seküler metafiziğin
kapladığı bir hayat tarzı.
Hayatı maddi ve maneviyatçı okuma
bağlamında çağdaş dönemde sosyoloji üzerinden bir açılım getirmek istiyorum.
Bilindiği üzere evreni ve eşyayı okumada iki farklı bakış açısı mevcuttur.
Birincisi, idealizmdir ki insanın zihnindeki idealardan yola çıkarak evrene
bakmasıdır. İkincisi, ise materyalizmdir ki, maddeden yola çıkarak bir ideanın
ya da zihniyetin oluşmasını ifade eder.
Marks’ın okuma biçimine göre, maddi
koşullar (ekonomi, üretim ilişkileri, üretim araçları, sınıflar vb.) bilinci
belirlemekte olup, toplumun sağlıklı okumasının yapılabilmesi için maddi
koşullara dikkat çekilmelidir. Meselâ; çağdaş dönemde Karl Kautsky, Hz. İsa
(AS) ile başlayan toplumsal hareketi bir proleterya hareketi olarak
okumaktadır. Elbette bu okuma biçiminin bir boyutuyla anakronik niteliği varsa
da, bütün peygamberler tarihi gözden geçirildiğinde, peygamberlerin etrafındaki
insanların alt sınıflarda yoğunlaştığı da bir başka gerçektir. Aynı şekilde
günümüzde, maddi koşulların ve sınıfsallığın insanlar arasındaki ilişkilerdeki
etkisi de yadsınamaz.
Bunun tersine Weber’in okuması ise
daha “idea”dan hareket etmektedir. Aslında Weber, insanın aynı zamanda dünyaya
anlam yükleyen bir varlık olması hasebiyle maddi koşulların etkisini
azaltmaktadır. Onun Protestan ahlakının Kapitalizmin ruhunu oluşturduğu tezi,
son kertede bir “idea”ya göndermede bulunmaktadır. Doğrusu Müslüman toplumlarda
Weber’in tezi, hem dinin belirleyiciliğini kabul etmesi, hem de “idea”cı
boyutuyla daha çok kabul görmüştür.
Fakat bu iki farklı okuma biçiminin
her birini dualist yaklaşımla gerçekliğin yegane temsili olarak değerlendirmek
yanlıştır. Bu sebeple eksik olduğunu düşündüğüm maddeci okuma biçiminin de
eklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu sonuca bazıları çok yaygın olan
“Müslümanlar giderek materyalistleşti” şeklindeki kanatla itiraz edebilirler.
Fakat eksik olanın devreye sokulması ve maneviyatçı okumanın eklenmesi ile
evreni ve eşyayı okumadaki dengenin sağlanacağını düşünmekteyim.