Maarif demek muallim demektir
İdealist muallimler, engeller ve bariyerlere karşı dirençle mücadele eden cesur bilgelerdir. İdeal ve hayalleri olan bu muallimler, geleceğin insanını yetiştirirler. Onlar, şikâyet mercii değillerdir. Mazeret ve gerekçe üretmezler. Sınırlı ve kıt imkanlarıyla ‘büyük dava’yı sırtlanırlar. Zaaflar, yanlışlıklar ve kusurlar, muallimlerin akıl ve kalp gözüyle tespit edilir. Teşhisten sonra, çözümler ortaya konulur, tedaviyi gerçekleşir.
Nurettin Topçu’nun dediği gibi, şikâyet ve mazeretin başladığı yerde muallimlik davası ve iddiası sona erer. Muallim, başarısızlığın kaynağını araştırır, zayıf yönlerini tespit ederek onarmaya çalışır. Eksik yönlerini geliştirmeye çalışır. Filozofumuz, Hindistan’ın özgürlük kahramanı Gandi’nin ‘talebesinde bir hata görürse, bunun sebebinin nefsindeki kifayetsizlik olduğu kabul ederek oruç tuttuğunu’ bize hatırlatmaktadır.
Sevgi ve aşk işi olan muallimlik, ruh sevgisini önceler. Topçu’ya göre, ‘ruhun ulvi olan isteklerine nefsinden her şeyi feda eden sevginin ferdî ulaştırdığı örnek insan mertebesidir. İdeale istediğimiz kadar, hatta bizden istenildiği kadar örnek olmak mecburiyetindeyiz. Muallim halk gibi, her yaşayan gibi yaşayamaz. Herkesin sevinip güldükleri gibi sevinip gülmemize ‘bizim bildiklerimiz’ mânidir.’
Muallim, bir taraftan mihmandar, rehber, diğer taraftan her zaman ihtiyaç duyulan bir hekimdir. İman ve anlayış araçlarıyla yaralarımızı tedavi eder. Böylece bedeni ruhlarımıza takdim eder, onu ıslahını amaç edinir. (Türkiye’nin Maarif Davası, 67-68)
Varlık olarak insanı ele alan, konu ve vazife edinen muallim, sonsuzluk dünyasının ruh istasyonlarında yapılacak seyahate hazırlar. Bu yolculuk için kudret, değer ve irfan aşısını yapar.
İnsan fidanına ruh aşısıyla hayat veren muallim, her türlü bilgiyi öğretmez. Vazifesini bilen muallim, ihtiyaç duyulanı öğretir. Lazım olanı belletir. Hayat serüvenine hazırlar. Realite ve ideal onun ilkeleridir. Tıpkı peygamberler gibi, ruh tabipleri olan muallimler, ruhların kurtarıcılarıdır. Erdemli ve hikmet erbabı şeyhler ve mürşitler, tıpkı Hoca Ahmet Yesevî gibi, fazilet okulunda erdemli insan yetiştirirler.
Hayatın anlamını çözen insanlar, ruhumuzu aşılayan hekim gibi olan muallimlere muhtaçtırlar. Ruh dünyası, duygu, bilgi ve irade bölgelerindeki hasarları, muallimlerin müdahalesiyle/rehberliğiyle çözümler. Aksi takdirde Nurettin Topçu’nun söylediği gibi, ‘şayet bunlardan bir kısmı ihmal edilirse ruhî yapı buhran içinde kalır, sayıklar ve kendine gelemez. Duygular sahasında eğitim en küçük yaşta başlayacaktır. Kalbe yapılan ilk aşı, merhamet aşısıdır.’ (TMD, 68)
Hayat için lazım olanı bilgiyi veren/öğreten muallim, deva olacak malumatı öğretir. Ötelere taşıyan bilgiyi veren muallimdir. Nitekim Topçu’nun da dediği gibi, muallim görevini hakkıyla yapmazsa orada muallimlik iflas etmiştir.
Ruhların sahibi ve öğreticisi olan muallim, hakikatte tabiptir, dişilin kurucusudur, cemiyet nizamının muhafızıdır. Aynı zaman da muallim, ekonomik yapının ve ilişkilerin düzenleyicisidir; nihayetinde o, siyaset hayatının yol gösterici üstadıdır. Bunlardan haberli olsa olmasa da, Topçu nezdinde, hepsinden sorumludur. Karakter bozukluğu ve medenî terbiyedeki seviyesizliğin en büyük mesuliyeti muallime aittir. Zira muallim, mesuliyet adamıdır. Dolayısıyla mesuliyetin ne olduğu bilir. Topçu üstadın dediği gibi, ‘bu muallim sabrın üstadı, ilmin hakikat olduğu için hayranı ve ruhlara hakikat tohumlarını ektikten sonra, onlardan feyz almanın değil de, onlardan mesul olmanın âşığı, hizmet ehli ve sonsuzluğa imanın sahibi insan olacaktır.’
Sorumluluk, muallime özgürlüğü beraberinde getirmektedir. Zira mesuliyet, hürriyetin kaynağıdır. Sorumluluk, dış etkilere karşı koyarak ‘bizi içimizden iten ilahî kuvvettir. ‘Dıştaki engellerin bu ilâhî kuvvetle bertaraf edilmesi muallimin büyük hürriyetini meydana getiriyor. Zira vücut zincirlenir, fikir zincirlenemez. Muallimin çalışmasını idarî ve siyasî endişelerle kayıtlandırmak öğretim idealine dışarıdan emirle yön vermek istemek, onun yapısı bakımından hür olan şahsiyetini budamak, kısırlaştırmak ve ölüme mahkûm etmektir.’ Bundan dolayı muallime mutlak özgürlük verilmelidir.
Maarif, muallimle işlerlik kazanır. Milli Eğitim Bakanlığı, ancak düzenleyici bir kurumdur. ‘Kitap, program, imtihan ve bütün öğretim meselelerini çözümleyecek olan bir milletin muallim ordusudur.’ Muallim ordusu dışarıda bırakılarak meseleler çözümü gerçekleş(e)mez. Maarif sisteminde öğretmen özgür olmalıdır ki, sorunlar çözümlensin. İlmî ve fikrî hürriyet olmazsa, muallim köleleşir. Nitekim Üstat Topçu’nun dediği gibi, ‘hür olmayan muallim muallim değildir. Mahkûm edilmiş fikir ve irfandır. Fikir ve kültürün mahkumiyeti en az vatan toprağının esaret altında kalması kadar acıklıdır. (TMD, 69-72)
Şahsiyetleri bulunduğu halden müspet veya menfi hale dönüştüren muallimdir. Nurettin Topçu, şu sözleriyle adeta günümüz öğretmenini anlatmaktadır: ‘Muallim okumuyor, çalışmıyor, kendisiyle uğraşmıyor. Hatta derslerle meşguliyeti yüzünden, çok kere o, okumaktan hoşlanmayan adam olarak yaşıyor. Hepsinin mesleği yalnız muallimlik olan ve bu ulvî vazifeden başka iş görmeyen idealistler ordusuna sahip olduğumuz gün, ilk zafer borusunu çalacağız.’
Muallim sanatı, kırtasiye içinde boğulmak, siciller doldurmak değildir. Milletin çocukları için kendini feda etmeye talip olmak demektir. Fedakârlık, artık savaşla kanlı yapılmamaktadır. Kılıç dönemi devri yerine hakikat insanı yetiştirmek en büyük harptir. Ruhumuzdan bir parçayı talebelere aşılamak, bunun için yaşamak ve bu yolda ölmek, umut bekleyen insanlarımızın çocuklarının sahipsiz olmadığını hissettirmek, milletin görmeyi beklediği büyük bir cesaret ve kahramanlık (TMD, 184, 95,102) destanı olarak varlığını korumaktadır.