M. Âkif’e Vefa
Maddî işlerden uzak duran M. Âkif Ersoy, “İstiklal Marşı” yazma yarışmasına katılmamıştı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi'nin ısrarları ile yarışmaya katılmayı kabul etti. 724 şiir arasından, M. Âkif'in bu eseri, 12 Mart 1921 günü TBMM’de bazı mebusların karşı çıkmasına rağmen, çoğunluğun alkışları arasında İstiklal Marşı'nın güftesi olarak kabul edildi. Merhum Âkif, sonrasında kendisine verilmek istenen para ödülünü reddetmişti.
Milletine marş armağan eden millî şairimiz sonrasında çok sevdiği ülkesinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Ömrünün en çileli ve zor yıllarını Mısır’da geçirmiştir. Mısır’dan döndükten kısa süre sonra ise dünyaya veda etmişti.
Şimdi uzun uzadıya Âkif biyografisi hakkında bilgi vermeye lüzum yok sanırım. Her yerde merhum Âkif’in hayatı hakkında bilgi var. Dikkatle takip etmemiz ve dikkatleri üzerine çekmemiz gereken nokta merhum Âkif’in bize bıraktıklarını sahiplenme, fikrini yaşatma konusunda olmalıdır.
M. Âkif, şuurlu ve dürüst bir Müslüman idi. O, “cihanşümül” bir nazarla düşünürdü. Nerede bir mazlum varsa merhum Âkif orada idi. İstiklal Mücadelesi'nin tarihini Âkif’siz yazamazsınız! Ne var ki bizim sözde tarihçilerimiz, “resmi tarih” adını verdikleri soğuk, eksik, hissiz, şuursuz ve gayrimillî isnatlarını bize yıllarca ders diye okutturdular.
Merhum Âkif’in en büyük hayali Âsım idi. Bir nesil hayal ediyordu. Millî şuurla bezenmiş, çalışkan, dürüst ve ülkesi için gayret gösteren bir nesil. Kendi tarihinden ilham alan, ecdadını anan, milletinin değerlerinden kopmayan, hayatı sırat-ı müstakim üzere bir nesil.
Merhum Âkif’in bu düşünceleri, onun ömrünün son dönemini ülkesinden uzakta yaşamasına sebep olacaktı. Onun bu zorunlu hicretini “sürgün” görmeyenler, niçin bu gurbete mecbur kaldığını da izah etmek zorundadır. Hal böyle iken bir de dönüşüyle ilgili, güya merhum Âkif’e ait, uydurma sözlerle mevcut yönetime övgüler dizmekteler. Neymiş, merhum Âkif, “ömrümden ömür alınsın da… verilsin” demişmiş! Bunun koca bir yalan olduğunu söylemekten korkmamak lazım. Âkif’in ömrünü zaten almışlardı, çalmışlardı! Onun vereceği tek bir şeyi vardı: canı. Evet, merhum Âkif, canını çok sevdiği ülkesinde teslim etmişti. O, ömrünü ancak dini ve milleti için vermiştir.
Gelelim günümüze.
Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu toplantısı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında toplanmıştı. Bu yılki vefa ödülünün ise Mehmet Akif Ersoy'a verilmesi kararlaştırıldı. Aslında bunu sıradan bir ödül gibi görmemek lazım. Bu ödül, devletin millî şairini resmen tanıması, onun çilesini, davasını kabul etmesi anlamına geliyor. 19 Aralık 2018 Çarşamba günü Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde verilecek “Vefa Ödülü” nü, merhumun torunu değerli Selma Argon Hanımefendi, Ersoy ailesi adına alacak.
M. Âkif Ersoy’a asıl vefayı milletimiz göstermiştir. Bugün çocuklarının ismini Mehmet Âkif koyan binlerce aile var. Âsım ismini, ruhunu ve şuurunu taşıyan gençlerimiz gittikçe çoğalıyor. Onun mefkûresi gerçekleşiyor. Ondan yadigâr Sebîlürreşad dergisi değerli araştırmacı Fatih Bayhan ve vefakâr dostları ile yoluna devam ediyor. Velhâsılıkelâm M. Âkif için ödül değil, onun fikriyatının yaşatılması mühimdir. O; haksızlığa karşı savaşan, âdil, sözünde duran, tavizsiz ve dostları için her türlü fedakârlığı yapan mümtaz bir şahsiyettir! Merhum Âkif için yaşarken bir anlam ifade etmeyen ödülün bugün de bir anlamı yoktur. Merhum Âkif için en büyük ödül ve gerçek vefa şudur: Mitinglerinde merhumdan şiirler okuyan ve Âsım’ın neslini gaye edinen bir Cumhurbaşkanı’nın varlığıdır. Bu vefayı gösteren de en büyük ödülü veren de aziz milletimizin kendisidir. Vesselam!