Lütfen insan olduğunuzu doğrulayın!
İnsan olabilmenin ve insan kalabilmenin gerekliliklerinin çok oluşu, modern dünyanın birbirinin tıpkısı haline getirdiği insan için ağır bir sorumluluğu beraberinde getiriyor. Bugün maalesef ki toplum içinde yalnızca sosyal medyadaki maskenizle rahat rahat nefes alabilir ve modern dünyanın belirlediği sosyal sorumlulukları yerine getiren bir ‘insan’ olarak varlığınızı sürdürebilirsiniz. Ta ki internet paketiniz bitene kadar…
Eşref-i mahlûkat ve Ahsen-i takvîm yaratılışına vefasızlığı
ile tanınan ve bundan gurur duyan günümüz insanı, yalnızca makinelerin kendi
insanlıklarını sorgulamasından oldukça hoşnut. Bu durumdan duyulan memnuniyet, insanın
makinelere karşı insanlığını ispat etmesindeki basitliğe elbette çok şey
borçlu. İnsan olunduğunun ispatı noktasında makinelere verilen basit cevaplar,
Din ya da toplum nezdinde insan olunduğunun ispatının yüklediği ağır yükümlülük
karşısında oldukça cazip ve kolay. Fakat insan olmak aklın, ruhun ve kalbin
senkronize şekilde yaratılışa uygun hareket etmesini ve emaneti üstlenen
insanın kendini yalnızca Rabbine ispat etmesi gerektiğini ifade eder.
Neyse ki artık insan olduğumuzun ispatını insanlar değil
makineler istiyor. Geçtiğimiz günlerde misafiri olduğum bir internet sitesi
birkaç işlemden sonra karşıma çıkardığı kutucuğu işaretlememi istedi. Kutucuğun
hemen yanında şu ifade yer alıyordu: “Lütfen insan olduğunuzu doğrulayın!”
Beni dehşete düşüren makinenin bir insandan insan olduğumu
ispatlamasını istemesi değil aslında, içtimai hayatta bu durumu kimsenin
yadsımaması ve bir sonraki adıma geçmek için makinenin emirlerini yerine
getirmek zorunda olmam. Bu cümleleri yazmaya vesile olan güdülenme, makinelerin
bizlere insan olduğumuzu şekli, bayağı bir akılla ispat edebileceğimizi ve
fazlasını yapmamıza asla ihtiyaç olmadığını anlatıyor olmasından
kaynaklanmıyor. “Biz, insanı en güzel biçimde yaratmışızdır.” (Tin/4) diyen
İlahi nidanın insan tarafından duymazdan gelinmesinden kaynaklanıyor.
Bu sağır numarası elbette insana çok şey kaybettirdi ve
kaybettirmeye de devam ediyor. Çünkü asıl görevini ve yaratılış gayesini unutan
insanın içinde büyüyen boşluklar, modern dünyanın sahte bir takım hazlarıyla
dolduruluyor. Kendi hazlarının peşinde koşma dürtüsü hiçbir zaman azalmayan
insan, ne yazık ki kendini kör, sağır ve dilsiz hale getiren modern araçlardan ümidini
hiç kesmiyor.
Yaşadığımız çağ, insan gibi davranmadığımızda dahi bu
davranışın özgürlük kapsamında değerlendirildiği ve bunu yapmanın hak olduğunun
toplumda kabul gördüğü garip bir zaman dilimi. Dayatılmış özgürlüğün dar
kalıplarında nefes almakta zorlanan zihinlerimiz, insandan başka canlıların
sorumsuz özgürlük anlayışlarını insana atfedenlerin derin etkisi altında.
Dolayısıyla önümüzde iki yol var. Birincisi insanlığın
gereklerini yerine getirmeden basit birkaç işaretle insan olduğumuzu makinelere
ispatlamaya devam etmek; ikincisi ise dağların dahi üzerine almaktan korktuğu
emanetin yüklenicisi olarak yeniden hayata başlamak.
Hülasa, bir makinenin insanlığımızı sorgulaması bizi
rahatsız etmemeye devam ederse ve insan olmanın ispatı sadece bir işarete bağlı
kalırsa işimiz oldukça kolay. Zor olan içerisinden insanlığı söküp alınmış,
aldatılmış insanlara başka bir yol olduğunu yaşayarak gösterebilmek.