Lüks hayat mı, huzur mu?..
Talebelerimizden Murat Padak Hoca, yine nefis bir yazı yasmış. Olduğu gibi sizlerle paylaşayım.
“Eskiden kocam vardı, eşyam yoktu. Şimdi eşyam var ama
eski kocam yok!
Evlenmeye karar verdik. Anlaştık. Eşya, düğün masrafı, düğün salonu, şaşalı bir düğün falan olmasın dedik. Üç odalı bir eve girdik. Sadece temel ihtiyaçlar aldık. Buzdolabı, ütü, ocak, halı, perde vb. Mobilya yoktu. Bir iki tane sandalye almıştık. Yatak odası, oturma odası, yemek odası, misafir salon takımı, gümüşlük gibi mobilya almamıştık.
Kocam işten direk eve geliyordu. Kazancımız yetiyordu. Az bir masraf ile düğün yaptığımız için borcumuz yok gibiydi. Beş altı ay böyle geçti. Ama evimize hayırlı olsuna, ziyarete, yemeğe gelen herkes bizi küçük görmeye başladı. Mobilyasız olmaz dediler. Yerde yemek istemeyen oldu. Dizim ağrıyor deyip bir daha gelmeyen oldu... Her gelen alın alın diyordu. Alın demeleri kolaydı. Ama neyle alacaktık?
Eşim de bunları duyuyor ve görüyordu. Ama kazancımız yetmez diye yanaşmıyordu. Sonra ne olduysa ben dayanamadım artık. Ona illa mobilya takımı aldırdım. O da borca girdi. Artık eve iki saat geç geliyordu. Mesaiye kalıyordu. Olsun sabrettik. Beş altı ay sonra borcumuz bitti. Mobilya güzeldi. Hayırlı olsun diyorlardı. Eh bizim de hoşumuza gitti.
Birkaç ay sonra bu sefer de mutfak masası istedim. Kocam onu da aldı. Yani aldırdım. Niyetim dedikodu olmasındı aslında. Kocam daha da geç kalmaya başladı. Zira iki saat fazladan kalmaya alışmıştı. Bunun da borcu bitti. İlk yemeklerimizi yedik. Alışmak zor oldu. Birkaç sonra yeniden oturduk. Masayı misafirler gelince kullanacaktık.
Yatak odası almaya karar verdik. Herkes şöyle olsun, böyle olsun derken pahalı bir yatak odası takımı aldık. Pahalı bir şey şeydi. Kocam artık eskisinden üç dört saat daha geç gelmeye başladı. Bunun borcu bir yıldan fazla sürdü.
Artık kocam eskisi gibi eve gelmiyordu. Çok çalışmaya alışmış, ona göre de iş yoğunluğu olmuştu. Ben ise çok ileride fark edecektim ki, mobilyaya aşık olmaya başlamıştım. Evin diğer tüm eksiklerini aldırttım. Tabi üç dört yıl geçmiş, artık ilk zamanlarda aldığımız eşyalar eskimeye başladı. Bu sefer evimize gelenler, bunu hala kullanıyor musun, hala aynı koltuk mu? Gibi sözler söylüyorlardı.
Evde yürüyecek yer yoktu. Çocuğumuz, mobilyalardan evin içinde yürüyemez olmuştu. Sonra evin dar olabileceğini düşündük. Bu sefer daha geniş bir eve kiraya çıktık. Kira artmıştı. Ama olsun, eşyalarımız sığıyordu. Ev ararken kendimize değil, eşyalarımıza ev arıyorduk.
Aradığımız, diğer değişle eşyalarımızın aradığı evi bulmuştuk. Fakat perde uymuyor, halılar küçük kalıyordu. Bu sefer sıra bunlara geldi... Kısaca aldık da aldık. Tabi yeni bir şey olsun, aldığımız mobilya tanıdıklarımızda olmasın diye çok arıyorduk. Zaman israfı, para israfı cabası...
Bitti mi? Yok! Araba serüveni başladı... Yıllarca yemedik arabaya yedirdik. İçmedik arabaya içirdik... Sonra mahalle baskısı ve başka nedenlerden dolayı ev almaya karar verdik. İşte bundan sonra evimizde ne tat ne huzur kaldı...
On yıllarca sürecek bir borca imza attıktan sonra kocam gece yarısı eve gelmeye başladı. İlk zamanlar onu bekliyordum. Sonra dayanamayıp yatmaya başladım. Ancak sabah olunca onun geldiğini fark ediyordum... Kendi evimize geçtik. Ama tadımız, aşkımız, sevgimiz kalmamıştı. Robot gibi bir hayatımız vardı. Aylarca hafta sonları dahil kocamı evde görmedim. Hep çalıştı, çalıştı, çalıştı...
Hafta sonlarımız da elimizden gitti. Ama fark edememiştim. Ben, kocam eskisi gibi benimle ilgilenmiyor zannediyordum. Ama bilmiyordum ki, aslında benimle ilgilenecek zamanı kalmamıştı. Tüm zamanını benim mobilyalarım, halılarım, arabam, perdem, evim ve bitmek bilmeyen hırsıma harcamıştı. Benimle değil, isteklerimle ilgileniyordu...
Uzun hikaye... Ne mi oldu sonra? Kocam artık evi umursamaz oldu. İş yerinde kalmalar falan... Şüphelenmeye başladım. Aldatıyor muydu diye düşündüm. Eve geldiğinde elbiselerini karıştırıyor, kadın saçı arıyordum. Telefonunu alıp kurcalıyordum. Ama bir şey bulamadım. Üzerine gittim. Zorladım. Sonunda ağladı. İşten uzun zamandır çıkarıldığını, taksitleri ödemek için günlük, geçici işlerde çalıştığını, evin taksitlerini ödeyemediğini söyledi. Birkaç defa intihar etmeye teşebbüs ettiğini ama ailesinin sefil olmaması için bundan vaz geçtiğini söyledi. Beraber ağladık. Ağlamakla borç ödenmiyordu. İcra mektubu geldi. Taksitleri epey geciktirdik. Banka evi icra yoluyla aldı. Bizi çıkarttı. Eşyalarımızın bir kısmını sattık. Diğer borcu arabayı satarak ödedik...
Sonra üç odalı evimize geri döndük. Yıllarca sıkıntıdan sonra eski evimize geri döndük. Dersimizi aldık. Aman ha size gelip de akıl verip para vermeyenlere aldanmayın. Onu al, bunu al diyen çok olacak. Ama bir kuruş para vermezler. Kazancınıza göre evde, kazancınıza göre arabada ve kazancınıza göre eşyada gözünüz olsun... “ (Murat Padak)