Lübnan izlenimleri (Dersler 2)
17.5.2024 Cuma günü Lübnan Bika’ (Bekaa) şehrinde Cemaati İslamiye’ye mensup değerli bir âlim ve dava önderi olan Komutan Şerahbil Ali es-Seyyid bir Siyonist su-ikast sonucu şehid edildi. Aynı saldırıda bir başka mücahit de şehid oldu, biri de ağır yaralandı. İki hafta önceki ziyaretimizde görüştüğümüz bu âlim ve mücahit davetçilere Mevla’m rahmet eylesin. Cennetteki makamlarını âli eylesin. “Allah (cc) yolunda şehit olmak, en büyük dileğimizdir.” Temennisini ilke edinen her davetçinin en güzel mükâfatı, onca cehdinin sonunda şehadet şerbetini içmektir.
İbn Teymiye’ye (rh.a) nispet edilen güzel bir söz var: “Sürgünüm seyahat, zindanım halvet, öldürülmem şehadettir. Düşmanım bana ne yapabilir?” Zavallı Siyonistler ve yandaşları bu gerçeği kavrasalardı. İslam ümmetine karşı bir galibiyetin mümkün olmadığını anlarlardı. Seyyid Kutub (rh.a) da şöyle der: “Müslümanlarla savaşanlar, aslında Allah (cc) ile savaştıklarının farkında olsalar, buna asla tevessül etmezlerdi.” Zira Allah (cc) salih ve sadık olan mücahit kullarıyla beraberdir. “(Resûlüm!) İnkâr edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası kalınacak ne kötü bir yerdir!” (Âli İmran 3/12) Evet, Akıbet İslam’ındır, zafer Müslümanlarındır. Şimdi Lübnan izlenimlerimize devam edelim…
4. Hilafetin mülkünden küçük bir parça olan Lübnan, diğer onlarca parça gibi sahipsizliğin acısını iliklerine kadar yaşıyor. Hilafeti yitireli tüm coğrafyasında ümmet, çobansız sürü misali darmadağın haldedir. Tefrika ve dağınıklık güç dağılımı ve her açıdan kaos ve kayıplara sebep oluyor. Bu dağınıklık en çok Müslümanlarda kendini gösteriyor. Şii tarafını kontrol eden bir otorite olarak İran şöyle veya böyle onların birliğini muhafaza ediyor. Bu da Hristiyan bölgesi kadar olmasa da Şiilerin bölgesinde her açıdan bir güç, kalkınma ve refah vesilesi oluyor.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi aslında bu da küresel bir planın parçasıdır. İki milyarlık İslam âleminin 200 milyonunu Şii kabul edersek, geri kalan bir milyar 800 milyonu Sünni Müslümandır. Bu uyuyan devin uyanması, tüm batılılar ve İslam düşmanları için büyük bir risktir. Tam aksine bir bölen olarak tesis edilen ve “dine karşı din” projesinin bir parçası olan Şia ne kadar güçlü olursa, o kadar İslam ümmetinin ayağına bağ olup ayağa kalkmasını engeller. Dikkat edersek son çeyrek asırda Şia’nın kontrolündeki iki buçuk devlete, iki buçuk tane daha eklendi. Eğer yapabilirlerse, Türkiye de dâhil birçok İslam ülkesine serpiştirilmiş olan diğer Şii-Rafızi grupları da aynı emelleri için kullanacaklardır. Bu konuda tüm İslam âleminin; halkları ve idarecileriyle dikkatli olmaları gerekir.
5. İslam diyarının büyük bir kısmı gibi Lübnan da sına-î açıdan tamamen atıl konumdadır. Bu da sahipsizlik ve sahipsizliğin getirdiği dağınıklığın doğal sonucudur. İslam diyarında muattal duran daha nice sahalar ve yiten ne kadar imkânlar var. Hâlbuki her açıdan kendine yetecek durumdaki ümmet, bu sahipsizlik nedeniyle devasa güç potansiyelinden istifade edemiyor. Yeraltı ve yerüstü zenginliklerinden istifade edemiyor. Tam aksine tüm bu zenginlikler işgalci İslam düşmanları tarafından yıllardır talan ediliyor. Gizli aşikâr çalınıp götürülüyor. Sonuç olarak İslam ümmeti; varlık içinde yokluk ve bunca zenginlikler içinde en fakir durumdadır.
Hatırlayalım yakın geçmişte bizim önümüzün nasıl da kesilmişti. Batılılarla aynı tarihte başladığımız uçak, otomobil ve silah sanayindeki birçok ekipmanları üretmemizi engellediler. Roket fabrikamızı soba fabrikasına çevirdiler. Tüm bunlar, sahipsiz, çobansız, her açıdan güç dağılımı içinde ve bağımlı olmanın doğal sonucudur. İki asra yakındır devam eden ümmetin dağınıklığı, düşman milletlerin ümmetin değerleri üzerine çöreklenmesini de beraberinde getirmiştir. Efendimizin nebevi mucizesiyle ifade ettikleri gibi: “Yırtıcı hayvanların yemleri üzerine üşüşmesi gibi, diğer milletlerin birbirlerini sizin üzerinize çullanmaya çağıracakları zaman yakındır!...” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 5/4297; Ahmed, V, 278)
Bunun sonucu olarak yıllardır şişme botlar ve takalarla mülteci olup kendini okyanuslara vuran ümmetin evlatlarından her yıl kaç bin insan denizlerde helak olup gidiyor? Kaç yuva dağılıyor, kaç milyon çocuk yetim ve sahipsiz kalıyor? Bu çocukların ne kadarı savrulup kayboluyor hesabı belli değil. Sadece 2021-23 yıllarında Avrupa’ya mülteci olarak geçiş yapıp refakatçisi olmayan 67 bin çocuk kayıp. Her yıl bu kadar çocuk da değişik bahanelerle ailelerinden alınıyor. Yani batılılar aslında yok oluşlarını bizden çaldıkları çocuklarla kısmen telafi etmeye çalışıyorlar.
6. Birleştirici özelliği olan Filistin davasının taşradaki Müslümanların vahdetine vesile kılınamaz mı? Ümmet olarak birçok savaşlar, işgaller, sömürü ve katliamlar yaşadık. Ama hemen hepsinde bir şekilde şaibeler oldu ve oluşturuldu. Afganistan, Çeçenistan, Bosna, Irak, Suriye, yemen ve diğer tüm mücadele ve savaşlarla ilgili mutlaka zihinlerde birtakım soru işaretleri hep oldu. Ama Filistin davasının her zaman yüreklerde istisna bir yeri oldu. 1. İntifada, 2. İntifada, Furkan savaş, sonraki savaş, Mescidi Aksa baskınları ve derken Aksa Tufanı…
Konu Filistin olunca genel olarak saflar hep net oldu. Bir yanda Siyonist işgalci, vahşi, mücrim ve lanetli Yahudi, diğer yanda bir asırdan fazladır canları ve mallarıyla bu vahşilere karşı savaşan ümmetin yiğit evlatları, Hamas mücahitleri… İşte son Aksa Tufanı sonrasında Siyonistlerin soykırımlarına karşı, meşrebi, mezhebi, rengi ne olursa olsun tüm Müslümanlar beraberce meydanları doldurmaya ve mazlum Filistin halkının sesi olmaya çalışıyorlar. Subhaneke... Bi-hamdike... Esteğfiruke... Muhammed Özkılınç