Liyakat ve ehliyet!
Bir arkadaş, “Şu yalakalık meselesine niçin bu kadar takılıyorsun?”
diye sorduktan sonra, cevap vermemi beklemeden şöyle devam
etmişti:
“Ben karşı tarafa yalakalık yaptığımda ona moral vermiş
oluyorum. Bu bir fayda. E, benim de işim çözülüyor icabında, bu da diğer fayda.
Meseleye bu açıdan bakmanda fayda var!”
Haydaaa!
Görüyor musunuz şu bakış açısını!
E, şimdi…
Diyelim ki ben bir konuda yanlış yapıyorum.
Sen de bunu görüyorsun.
Bana “dost” isen, beni ikaz etmen gerekmez
mi?
Her sözüme, her yaptığıma doğru diyorsan sen nasıl “dost” oluyorsun?
Arkadaşım bu konuda da farklı düşünüyor:
“İnsanların
ikazlardan dolayı düzeldiğini hiç görmedim. Aksine, seninle ilişkisi bozuluyor.
Artı morali bozuluyor. Bu ikisinden ne gibi bir fayda çıkar ki?”
Yok.
Ben meseleye böyle bakanlara lâf anlatamam.
Bazı gençler görüyorum.
Onlar “güç, mevki” sahiplerine yalakalık yapma ihtiyacını
hissetmiyorlar.
Doğruya doğru, yanlışa yanlış demekten de hiç çekinmiyorlar.
Başkalarının kendileri hakkında ne düşündüğü de pek
umurlarında olmuyor.
Bu gençlere baktığımda, kendilerini çok iyi
yetiştirdiklerini görüyorum.
“Altın bilezik
nasılsa kolumda” duruşları var.
Dünyanın her yerinde “ders verebilecek” evsaftaki bir
profesörün birilerinin gözüne girmek gibi bir derdi olabilir mi?
Kimileri koltuktan güç alır, kimileri de koltuğa güç verir.
Mesele, koltuktan güç almaktan çok, koltuğa güç verecek
olanları görebilme ve onları tercih edebilme meselesi.
Kimileri bir kabın içine girer ve o kaptan yer.
Kimileri de, oraya değer katar, ufuk açar.
Gizli işsiz nedir bilir misiniz?
“İşten ayrılmasının
herhangi bir üretim eksikliğine yol açmadığı kişi.”
Mesleğinin gerektirdiği vasıflara sahip olanlar,
bulundukları yere katkılarda bulunurlar.
Onların eksiklikleri mutlaka hissedilir.
Altının değerini sarraf anlar.
Elindeki altın ise, mutlaka kıymetini bilen bulunur.
Tenekeyi altın olarak yutturmaya çalışırsan, bu net bir
şekilde görülür.
İnsan, kendisini yeterli görmezse…
Kendisine saygısında sıkıntılar varsa…
Çareyi “göze girmek” için bir şeyler yapmakta
arar.
Ne bileyim; birilerinin dedikodusunu yaparak ayak kaydırmaya
çalışır, aşırı övgülerle puan toplamaya çalışır…
“Sadakatinin”
altını çizmek için uğraşır.
Böyle insanlar için, sadece dünyevi menfaatlerini maksimize
etmek önemlidir.
Bunu bulunduğu yerde görüyorsa, oranın düdüğünü çalar.
Yok, bir başka yer kendisine daha fazla “dünyevi menfaat” sağlayacaksa oraya geçer.
Kafasında kuyrukları birbirlerine değmeyen kırk tilki
dolaştırır.
Böyle insanlara, kendisi gibi düşünenler “göstermelik”
olarak itibar ederler.
Onlar da, dünyevi menfaatleri kesildiğinde, selam sabahı
keserler.
“Ye kürküm ye” dünyası işte!..
İnsanlar zaman içinde “rol
tutsağı” haline geliyorlar.
Müdür Ali misin, Ali misin?
Unvan gittiğinde, bunalıma girer misin?
Neyi ne kadar dert ediyorsan, ona o kadar bağlısın demektir.
Aşırısı “bağımlılık”
hali.
Madem ki bizim için neyin hayırlı olduğuna, neyin hayırlı
olmadığına biz karar veremiyoruz…
Madem ki bunu bilemiyoruz, makamlara mevkilere o kadar
bağlanmak niçin?
Her milletvekili aday adaylığı döneminde bize de gelirler.
Bir yandan diğer aday adaylarından bazılarını kötüler, diğer
yandan da kendilerini “bulunmaz hint
kumaşı” olarak tanıtırlar.
Bizim toplumda, “Şu
arkadaş benden çok daha liyakatli. Bu işi benden çok daha iyi yapar ve benden
çok daha faydalı olur!” diyerek geri çekilen pek yoktur.
Rahmetli Enver Baytan Hoca, kendisine seçilebileceği yerden
milletvekili adaylığı teklif edildiğinde, “Ben
bu işin hakkını veremem ama şöyle bir genç var. MaşaAllah çok gayretli. Onun bu
işin hakkını verebileceğine kefilim” demiş…
Ve o gencin yolunu açmış.
Rahmetli Enver Baytan
Hoca’nın yolunun açılmasına vesile
olduğu o kıymetli şahıs da şimdi merhum.
Kim ne kaybetti?
Rahmetli Enver Baytan Hoca milletvekili olmadı diye ne
kaybetti?
İlim yolundaki gayretleri ve nice talebenin yetişmesine
vesile olması…
Ne kadar güzel değil mi?
Bunlar kolay işler değil.
Nefse ağır gelir.
Aşırı hevesler insanoğlunun kalbini karartır.
“Aklımı kullanıyorum”
derken, yanlış işlere bulaşır.
Çok arzu ettiği halde bir makama ulaşamadığında da, sürekli
olarak kötülemeye başlar.
Kendisine saygısını kaybetmemiş ve dünyayı kalbine
yerleştirmemiş olan kişilerin dertleri çok daha az olur.
Allah Dostu demiş ya;
“Derdi dünya olanın
dünya kadar derdi olur.”
İnsanoğlu kalbini bozmazsa…
Nefsinin kölesi olmazsa…
Ona buna “şirinlik” yapmaya
çalışmaz.
Rabbim, bizi böyle insanlarla karşılaştırsın.