Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

LİYAKAT, NEPOTİZM VE BEKA İLİŞKİSİ

Ülke olarak tarihimizin en önemli bir seçim sürecinden geçiyoruz. Bu süreç sınıfsal ve ekonomik bir bakış açısının çok ötesinde siyasi anlamlarla yüklü.

Siyasi mekanizmanın ötesinde asıl mesele, seçimlerin Demokrasiyi, halkın taleplerini, birlikte yaşamanın gerekliliğini ne kadar yansıttığı, kamuoyunu ne kadar temsil ettiğidir.

Bireylerin kendi sınıfsal konumları, ekonomik koşulları ve sosyal aidiyetleri siyasi tercihlerinde, karar verme ve seçim yapma süreçlerinde önemli bir faktör olsa da; liyakatin bürokrasideki görünürlülüğü asıl belirleyici olandır.

Binlerce yıldır Devlet ve Toplum Yönetiminde önemli bir mihenk taşı olan Liyakat meselesi Devletin bekası için neden bu kadar önemli?

Son zamanlarda, özellikle günümüz siyasetinde sıklıkla kullanılan "liyakat" kavramı, ne yazık ki, neredeyse Devletin Bekası ile özdeşleşecek kadar önemli bir kavram halini almıştır.

Batı dillerinde ‘'Merit''olarak adlandırılan ve Latinceye ‘'Meritokrasi'' olarak geçen Liyakat; kök olarak, Arapça "lyk" kökünden gelmekte ve "layık olma" anlamını taşımaktadır. Mesleki açıdan değerlendirdiğimizde, liyakat kavramı, somut verilere dayanan bir seçim safhasının, adaylar arasında mesleğin gerekliliklerine uygunluk ölçüsüne paralel olarak sonuçlandırılmasını ifade etmektedir.

Kişilerin ilgili işlere uygunluk – yaraşırlık durumu, kifayet, yeterlilik olarak ifade edilmektedir. Yeterlilik ölçüsü dikkate alınmaksızın yahut en azından esas teşkil etmeksizin meydana gelen terfiler, liyakatsizliği doğurur.

Liyakatli Yöneticiler, Devlet idaresinin başında yer alsa bile, ilgili yetkinin devredildiği kimseler, yetkiyi kullanabilecek kifayete sahip değilse, genel üzerinde zararlar meydana gelmesi muhtemeldir.

Liyakatsizliğin baş gösterdiği hallerde, yönetsel açıdan sorunlar meydana gelmese dahi, diğer adaylarda oluşan algı, mevcut görevlerin yerine getirilmesinde verimsizlik ortaya çıkaracaktır. Bu verimsizliğin düzeyi ise, adayların algısı, dolayısıyla hedef kadrolardaki yetersizlikle doğru orantılı olacaktır.

Devlet ve kamu menfaatini, devamlılığı ve ilerleyişini gaye edinen idarecilerin, yönettiği kişilerin, sağduyusunun hissedebilir olması, kadrolaşmak yerine liyakatin esas alınarak kademeleri tamamlaması ve idarenin iş birliği içerisinde çalışmasını sağlaması, uzun vadede kişisel ve her halde, genel menfaatin temin edilmesini sağlayacaktır.

Liyakat ölçeği dikkate alınmadan ya da en azından esas olarak göz önünde bulundurulmadan gelen terfiler, Aynı zamanda uzun vadede, Devletin Bürokrasi yönetiminde sorun yaşanmasına yol açacaktır.

Yöneticiler, yönettikleri Kurumun başında bulunsalar dahi, söz konusu yetkinin devredildiği kişiler, yetkiyi kullanabilecek vasıflara sahip değillerse genellikle zarara sebep olmaktadırlar.

Nitekim, Osmanlı devletinin yükseliş döneminde, Batılı gezgin ve elçilerin, kendi devletlerine sıklıkla önerdikleri hususlardan birisi, Osmanlının liyakat sistemi olmuştur.

Örnek olarak, Kanuni döneminde İstanbul'da görev yapan Avusturyalı diplomat Busbeck (1522-1592) şöyle yazar: Osmanlı vilayetlerinde şahsi meziyet ve kabiliyetten başka hiçbir şeye kıymet verilmez, nesep ve irsiyet bir şey ifade etmez. Herkes, liyakat, bilgi, ahlak ve seciyesine göre bir mevkie tayin edilir. Ahlaksız, bilgisiz ve tembeller hiçbir zaman yüksek mevkilere çıkamazlar. Osmanlıların başarısının ve bütün dünyaya hâkim olmalarının hikmeti budur''.

Yine Busbeck, Amasya'da görüştüğü, Kanuni'nin etrafında bulunan tüm devlet adamı, bürokrat ve komutanların, bulundukları mevkii, kişisel değer ve liyakatleri ile elde etiklerini özellikle vurgulamaktadır: “Bu koca mecliste hiçbir adam yoktur ki, haiz olduğu mevkii ve rütbeyi kendi şahsi liyakat ve cesaretine borçlu bulunmasın. Hiç kimse filanın neslinden gelmiş olması dolayısıyla diğerlerinden mümtaz bir mevkie çıkamaz.”

Osmanlı'da, Liyakat ilkesine riayet edilen kuruluş ve yükseliş dönemlerinde, devlet mekanizması aksamadan, sistemli ve sorunsuz yürümüştür.

Liyakatsizliği betimleyen, adam kayırmacılığının, torpil ve nepotizmin olmadığı dönemler, Osmanlı devleti için bir yükselme çağı olarak ortaya çıkarken, tersi gerileme ve çöküş çağı olarak tecelli etmiştir.

Mevlânâ, Mesnevide; devlet çarkının uygun şekilde işlemesi, halkın beklentilerine cevap verebilmesi için, kamu görevlilerinin liyakatli, ehil ve erdemli kimseler olmaları gerektiğini vurgular, kamu görevlerinde liyakatsiz kişilerin istihdam edilmesinin tehlikesine dikkat çeker:

Burada, ehil olmayan yöneticilerin seçtiği, atadığı ve görevlendirdiği, kendisi gibi yetersiz kişiler, yanlış ve kötü icraatları ile devlete, topluma ve kendilerine zarar vermektedirler.

Bu zararlar, kamu hizmetlerinin aksaması, bürokrasinin işlevsizleşmesi, halkın günlük hayatının zorlaşması ve kamu hizmetlerinden memnuniyetsizlik gibi çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir.

“Kötü para iyi parayı kovar” sözüne benzer şekilde Mevlânâ, ehliyetsiz kişilerin ehliyetli kişilerin kamu görevlerinden uzaklaşmalarına nasıl yol açtıklarını ise çarpıcı bir şekilde dile getirir: (Mesnevi, IV/1447, 2015: 526).

Devlet idaresinin ve Bürokrasinin yeteneksiz, erdem yoksunu, liyakatsiz kişilerin eline geçmesi halinde, ortaya çıkacak olumsuzluklar ve felaketler tarihte ve günümüzde yaşadığımız sayısız örneklerle halen hafızalarımızdadır.

Yeni ve güçlü Türkiye’nin ancak liyakat kurumunun evrensel standartlarda işlevselleştirilmesi ile ikinci yüzyıla şaibesiz, temiz siyaset ve bürokrasi ile girilebileceğini unutmamamız lazım.