LİYAKAT, NEPOTİZM VE BEKA İLİŞKİSİ
Ülke olarak tarihimizin en önemli bir seçim sürecinden geçiyoruz. Bu süreç sınıfsal ve ekonomik bir bakış açısının çok ötesinde siyasi anlamlarla yüklü.
Siyasi mekanizmanın ötesinde
asıl mesele, seçimlerin Demokrasiyi, halkın taleplerini, birlikte yaşamanın
gerekliliğini ne kadar yansıttığı, kamuoyunu ne kadar temsil ettiğidir.
Bireylerin kendi sınıfsal
konumları, ekonomik koşulları ve sosyal aidiyetleri siyasi tercihlerinde, karar
verme ve seçim yapma süreçlerinde önemli bir faktör olsa da; liyakatin
bürokrasideki görünürlülüğü asıl belirleyici olandır.
Binlerce yıldır Devlet ve Toplum Yönetiminde önemli bir
mihenk taşı olan Liyakat meselesi Devletin bekası için neden bu kadar önemli?
Son zamanlarda, özellikle günümüz siyasetinde sıklıkla
kullanılan "liyakat" kavramı, ne yazık ki, neredeyse Devletin Bekası
ile özdeşleşecek kadar önemli bir kavram halini almıştır.
Batı dillerinde ‘'Merit''olarak adlandırılan ve Latinceye
‘'Meritokrasi'' olarak geçen Liyakat; kök olarak, Arapça "lyk"
kökünden gelmekte ve "layık olma" anlamını taşımaktadır. Mesleki
açıdan değerlendirdiğimizde, liyakat kavramı, somut verilere dayanan bir seçim
safhasının, adaylar arasında mesleğin gerekliliklerine uygunluk ölçüsüne
paralel olarak sonuçlandırılmasını ifade etmektedir.
Kişilerin ilgili işlere uygunluk – yaraşırlık durumu,
kifayet, yeterlilik olarak ifade edilmektedir. Yeterlilik ölçüsü dikkate
alınmaksızın yahut en azından esas teşkil etmeksizin meydana gelen terfiler,
liyakatsizliği doğurur.
Liyakatli Yöneticiler, Devlet idaresinin başında yer alsa
bile, ilgili yetkinin devredildiği kimseler, yetkiyi kullanabilecek kifayete
sahip değilse, genel üzerinde zararlar meydana gelmesi muhtemeldir.
Liyakatsizliğin baş gösterdiği hallerde, yönetsel açıdan
sorunlar meydana gelmese dahi, diğer adaylarda oluşan algı, mevcut görevlerin
yerine getirilmesinde verimsizlik ortaya çıkaracaktır. Bu verimsizliğin düzeyi
ise, adayların algısı, dolayısıyla hedef kadrolardaki yetersizlikle doğru
orantılı olacaktır.
Devlet ve kamu menfaatini, devamlılığı ve ilerleyişini
gaye edinen idarecilerin, yönettiği kişilerin, sağduyusunun hissedebilir
olması, kadrolaşmak yerine liyakatin esas alınarak kademeleri tamamlaması ve
idarenin iş birliği içerisinde çalışmasını sağlaması, uzun vadede kişisel ve
her halde, genel menfaatin temin edilmesini sağlayacaktır.
Liyakat ölçeği dikkate alınmadan ya da en azından esas
olarak göz önünde bulundurulmadan gelen terfiler, Aynı zamanda uzun vadede,
Devletin Bürokrasi yönetiminde sorun yaşanmasına yol açacaktır.
Yöneticiler, yönettikleri Kurumun başında bulunsalar dahi,
söz konusu yetkinin devredildiği kişiler, yetkiyi kullanabilecek vasıflara
sahip değillerse genellikle zarara sebep olmaktadırlar.
Nitekim, Osmanlı devletinin yükseliş döneminde, Batılı
gezgin ve elçilerin, kendi devletlerine sıklıkla önerdikleri hususlardan
birisi, Osmanlının liyakat sistemi olmuştur.
Örnek olarak, Kanuni döneminde İstanbul'da görev yapan
Avusturyalı diplomat Busbeck (1522-1592) şöyle yazar: Osmanlı vilayetlerinde
şahsi meziyet ve kabiliyetten başka hiçbir şeye kıymet verilmez, nesep ve
irsiyet bir şey ifade etmez. Herkes, liyakat, bilgi, ahlak ve seciyesine göre
bir mevkie tayin edilir. Ahlaksız, bilgisiz ve tembeller hiçbir zaman yüksek
mevkilere çıkamazlar. Osmanlıların başarısının ve bütün dünyaya hâkim
olmalarının hikmeti budur''.
Yine Busbeck, Amasya'da görüştüğü, Kanuni'nin etrafında
bulunan tüm devlet adamı, bürokrat ve komutanların, bulundukları mevkii,
kişisel değer ve liyakatleri ile elde etiklerini özellikle vurgulamaktadır: “Bu
koca mecliste hiçbir adam yoktur ki, haiz olduğu mevkii ve rütbeyi kendi şahsi
liyakat ve cesaretine borçlu bulunmasın. Hiç kimse filanın neslinden gelmiş
olması dolayısıyla diğerlerinden mümtaz bir mevkie çıkamaz.”
Osmanlı'da, Liyakat ilkesine riayet edilen kuruluş ve
yükseliş dönemlerinde, devlet mekanizması aksamadan, sistemli ve sorunsuz
yürümüştür.
Liyakatsizliği betimleyen, adam kayırmacılığının, torpil
ve nepotizmin olmadığı dönemler, Osmanlı devleti için bir yükselme çağı olarak
ortaya çıkarken, tersi gerileme ve çöküş çağı olarak tecelli etmiştir.
Mevlânâ, Mesnevide; devlet çarkının uygun şekilde
işlemesi, halkın beklentilerine cevap verebilmesi için, kamu görevlilerinin
liyakatli, ehil ve erdemli kimseler olmaları gerektiğini vurgular, kamu
görevlerinde liyakatsiz kişilerin istihdam edilmesinin tehlikesine dikkat
çeker:
Burada, ehil olmayan yöneticilerin seçtiği, atadığı ve
görevlendirdiği, kendisi gibi yetersiz kişiler, yanlış ve kötü icraatları ile
devlete, topluma ve kendilerine zarar vermektedirler.
Bu zararlar, kamu hizmetlerinin aksaması, bürokrasinin
işlevsizleşmesi, halkın günlük hayatının zorlaşması ve kamu hizmetlerinden
memnuniyetsizlik gibi çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir.
“Kötü para iyi parayı kovar” sözüne benzer şekilde
Mevlânâ, ehliyetsiz kişilerin ehliyetli kişilerin kamu görevlerinden
uzaklaşmalarına nasıl yol açtıklarını ise çarpıcı bir şekilde dile getirir:
(Mesnevi, IV/1447, 2015: 526).
Devlet idaresinin ve Bürokrasinin yeteneksiz, erdem yoksunu,
liyakatsiz kişilerin eline geçmesi halinde, ortaya çıkacak olumsuzluklar ve
felaketler tarihte ve günümüzde yaşadığımız sayısız örneklerle halen
hafızalarımızdadır.
Yeni ve güçlü Türkiye’nin ancak liyakat kurumunun evrensel
standartlarda işlevselleştirilmesi ile ikinci yüzyıla şaibesiz, temiz siyaset
ve bürokrasi ile girilebileceğini unutmamamız lazım.