Liyakat
Bir insanın niyeti gibi kabiliyeti de işine yansır: Çalıştığı kurum, yönettiği birim, sorumlu olduğu aile vs. bütün bunlar insanların kabiliyet ve niyetinin yön vereceği uğraşılardır.
İyi insan değerlidir, iyiliği yayıcı
özelliği onu velud kılar. Çevresine yansıttığı hayrın filizlendiğini görüp
mutlu olur. Ama aynı insanın bu güzel özelliklerine binaen iyi bir yönetici
olduğu ya da olacağı anlamına gelmez.
İyi insanın yöneticilik vasıflarının
da iyi olacağı gibi bir zorunluluk yoktur. Tabi ki insan aynı zamanda hem iyi
bir şahsiyet ve iyi bir yönetici olabilir lakin biri diğerinin olmazsa olmazı
değildir.
Bizim sorunumuz ehliyet ve liyakat
meselesidir. Neredeyse her kes/imde liyakatsizlik sorunu görülüyor. Öyle ki
önemli işlerde, liyakat gerektiren görevlerde bu özelliğin bir takım güçlerin
hatırına göz ardı edildiğini görmek insanı üzüyor.
Başkalarını (da) ilgilendiren
hususlarda işi bilmezlik ve liyakatsizlik kabul edilebilir bir husus değildir.
Kamu görevi söz konusu olduğunda hatır-gönül ya da başka saiklerle yeteneğin
dikkate alınmaması ağır vebaldir. Kimsenin böyle bir yanlışı yapma hakkı
yoktur. İşi bilmektir ilk şartı liyakatin, sonra şahsiyet ve işinde uzmanlaşmak
gelir.
Bir insan kendi işinde liyakate
lakayt kalabilir. Kendi işidir, kendi sorunudur, fatura da kendisine çıkar
(gerçi din bu konuda da kendine zarar vermeyi doğru bulmaz). Ancak unutmamak
gerekir ki kendi işi de olsa yapıp etmelerinden dolayı başkalarına bir zarar
gelecekse burada liyakatsizlik ya da iş bilmezlik hakkı diye bir hak olmaz.
Yoksa parası var diye istediğini
yapamaz insan. Parasıyla da olsa işinde kural ve kaidelere uyma sorumluluğu vardır.
Meşhur hikâyedir. Adamın biri araba
kullanma konusunda yeterince bilgi sahibi olmadan aracı sürünce olmadık
olaylarla karşılaşıyor.
Hikâye şöyle:
Bir adam Pejo marka bir minibüs alır.
Sonraki gün yolcu taşımaya çıkar.
Minibüs tıklım tıklım dolar. Kasabaya doğru giderken araç gittikçe hızlanır.
Yolcular tedirgin olurlar ve bir yolcu dayanamaz sürücüyü uyarır:
“Kaptan biraz yavaş, bir yere çarpacağız!” der.
Şoför:
“Sen Pejo'yu biliyor musun?”
Yolcu:
“Hayır!” der.
Şoför:
“O zaman gereksiz konuşup dikkatimi dağıtma” der ve devam eder.
Minibüs daha da hızlanmaya başlayınca
bir diğer yolcu seslenir:
“Şoför evladım ben hastayım, biraz yavaş olur musun?” der.
Şoför aynı soruyu amcaya da sorar:
“Sen Pejo'yu biliyor musun amca?”
Amca ne bilsin,
“Hayır evladım, bilmem!” der.
“O zaman sus”
der şoför.
Bu kez bir kadın seslenir:
“Hamileyim! Lütfen biraz yavaş, çocuğumu düşüreceğim!”
Şoför yine sorar:
“Sen Pejo'yu biliyor musun abla?”
Kadın:
“Yok, nerden bileyim!” der.
Şoför yine aynı cevabı verir:
“O zaman susun lütfen!”der.
Arkadan kızgın bir ses tonuyla bir
genç seslenir:
“Yavaş git kardeşim, n’apıyorsun böyle, öldürecek misin bizi?” diye çıkışır
Şoför yine sorar:
“Sen Pejo'yu biliyor musun?”
Genç:
“Biliyorum, ne olacak?” der.
Şoför:
“O zaman çabuk söyle, bunun freni nerede?..”
Evet, anlaşılan aynı zamanda aracın
sahibi olan şoförün parası var ama araç şoförlüğü konusunda bilgi ve
deneyiminde eksiklik var. Bu haliyle bilmediği bir aracı kullanmaya kalkması
şoför gibi yolcuların da hayatını tehlikeye atar.
Bu hikâyede görüldüğü gibi
başkalarının dâhil olduğu bir konularda kimsenin keyfiliğine izin verilmez,
verilememelidir de.