Limana çok yaklaştık!
Allah’ın adaleti, rahmeti ve dahi hikmeti, galiba böyle bir şeydir. İslam, Müslümanların eliyle Müslüman olmayanlara gitseydi ya biz onların başına çok kalkmış olacaktık ya da onlar gururlarına yedirmemiş olacaklardı. Hidayet eksik kalacak, hikmet tam yerini bulamayacaktı. Bundandır ki Allah nimetini kulunun başına kakmıyor. Herkes tarafından görülemeyen bir virüsün eliyle hidayeti bütün insanlığa nasip ediyor.
Asıl üzülmesi ve ağlaması gereken biz, Müslümanlar
olmalıyız. Rabbimiz neden İslam’ı bizim elimizle değil de bir virüsün eliyle
bütün insanlara tebliğ ediyor diye.
Doğru İslamiyet’i ve İslamiyet’e layık doğruluğu
yaşamadığımızdan kaynaklanan bir tehditle Allah tebliğ nimetini elimizden
alıyor gibi. Umarız temsil nimetini de elimizden almaz. Allah
dinini tebliğ etmede bizi samimi, sadık, sade ve cesaretli bulmadığından dinini
bir virüsün eliyle tebliğ ettiriyor sanki.
Müslüman olarak ağlayalım bu nimetin elimizden gidişine.
Kendimize bakmayıp başkalarının günahlarını ve ayıplarını görmekten Allah bu
tebliğ şerefini alıyor elimizden.
Hakikat bütün çıplaklığıyla bir daha kendini şöyle gösterdi.
Biz Allah’ın dinine şeref vermiyoruz Allah’ın dini bize şeref veriyor. Allah
dinini yaymak ve muhafaza etmek için bize muhtaç değil ve dahi bizi her an
devredışı bırakabilir.
Gelin ey Müslümanlar Allah’ın emrine yeniden iman edelim.
Allah’ın dediği gibi Ey iman edenler!
Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği
kitaba iman edin... (Nisa 136) emriyle asıl kendimize çeki düzen verelim. Dinin
dünyaya yayılışı sevincini yaşarken hayatımızda uygulanmayışının üzüntüsüne
kahrolalım.
Evet din elden gidiyor derken dinin tebliğ ve temsili
artık elimizden gidiyor anlamında bakalım bu işe. Görünmeyen bir virüsün eliyle
tebliğ yapılıyor. Temsil de gayrimüslimlerin hidayete varmasıyla olacak galiba.
Seferimiz bitti, zaferimiz nihayet bulacak gibi. Din
garip geldi ve gariplerin sırtında gidiyor. Bu gariplerden biri de virüsler
gibi duruyor.
İnsanlık alemi ise bütün acizliğiyle beraber nefsine
zulmetmeye devam ediyor. Hatta virüs olduğu daha tanımlanamayan bir bakteriye
mağlup olmasına rağmen denetlenemez arzularının esiri olmayı olanca hızıyla
sürdürüyor.
Bir taraftan aklının esiri oluyor yaptıklarıyla bir
felaha çıkacak diye, diğer taraftan nefsinin esiri oluyor sadece burada
kalacakmışçasına.
İyilik ve değerleri yeniden hâkim unsurlar olmazsa
insanlık alemine, korkarım ki kendi elimizle bindiğimiz gemiyi kıyametin dehşet
saçan limanına çarptırmış olacağız. Ve dahi insanlık bu aymazlığına ve iştah-doymaz
arzularının bataklığına gömülmeye devam ederse beklenen sonu
çabuklaştıracaktır.
Bu nedenle yüreğimizin bütün içtenliği ve aklımızın bütün
kabulüyle deriz ki;
Din; sadece
iman değildir. Aynı zamanda salih ameldir.
Kalbin tatminiyeti ve aklın
hikmeti olan iman yeterli değil Müslüman olmak için. Kalp ve zihindeki imanın
harekete getirdiği bütün uzuvların faaliyete geçerek dinin işlerini yerine
getirmekle tamamlanır gerçek Müslüman.
İman hayatın hayatı iken, salih
amel de hakikatidir. İman dinin ruhu ve esası iken, salih amel muamelat ve
yaşantı evrenidir. Tabiri yerinde ise biri ezeli yasama kanunları iken, diğeri
yargılama ve yürütme evreleridir.
Mesela din, bir hastada
şöyle tanımlanabilir. Bedenine musallat olan
arızanın hikmetini ve hakikatini kalp ve akıl, Allah’a verir. Deva ve duasını
bütün azalar imkanlar çerçevesinde durmadan arar. Neticesini yeni hayatlar için
açılan kapılardır diye anlar.
Din, ruh ve beden sağlığı
yerinde olan birinde bulunduğu ana kadar bedenine
herhangi bir arazın musallat olmamasının akli ve kalbi tetebbuat mefkuresinin
nihai izanı kendinin dışındaki ilahi kudrettedir der. Her an sağlığı elden
gidebilir endişesinden ziyade daima şükretme hakikatiyle yaşamında sürekli
minnettar ve müteşekkir olur Rabbine. Eylemsel zirveye çıkış ve bütün
azalarının huzurlu arzuları böyle tatmin edilir.
Din bir alimde aklının
ve kalbinin ulaştığı bütün ilim ve hikmetler sonsuz ilmin birer tecellileri ve
sonuna ulaşılamayacak hikmet deryasının giriş kapılarıdır der. Bedeninin bütün
uzuvları bu ilim ve hikmetle ulaştıkları güzellikleri nihayeti olmayan bir
güzelin yansımaları ve öğrenmeyi bıraktıkları anda yaşlanan bedenlerinin manen
öleceği gerçeğiyle sürekli o kapıda var olurlar.
Bir zenginde din, aklı
ve kalbi sahip olduğu bütün zenginliğin kendisinin becerisiyle değil mutlak
zenginin ibahe ve ikramıyla olduğunu bildirir. Bedenindeki bütün uzuvlar bu
zenginliğin havasını atma yerine onu hakiki sahiplerine dağıtır ve daha çok
dağıtmak için durmadan çalışır.
Din bir fakirde, yoksulluk
ve yoksunluğunun kaynağı tevekkül ve tedbirimin kalp ve aklımdaki zafiyetinden
ve onlara münasip hareket etmememden, hanemdeki yansıması ise vücudumun bütün
azalarını irade ve hürriyetlerine uygun hareket ettirmememdendir dedirtir.
Bir yöneticide din, aklının
hikmetli hareketleri kalbinin derin duyguları yönetimdeki başarısını bütün
varlığı yönetenin gölgesi olarak gösterir. Bedenindeki uzuvları yönetimin
başarısı için ona ortak olur, istişarenin hakikatini daima akla ve kalbe
duyururlar der.
…
İşte bütün
bunlardandır ki din; hayatın hayatı, hem ruhu hem esasıdır.