'Lider Olmadan Siyaset Olmaz' diyerek 'Lider Diktatörlüğü'nü eleştirme paradoksu
Doğru yönetim modeli uygulayan
toplumlar, aralarındaki işlerini istişâre ederek yürütürler. Toplumun ileri
gelenlerinin toplumsal meseleler hakkındaki görüşlerini doğrudan dinlerler.
Doğru yöneticileri sürece dahil etmeden ve onlara danışmadan hiçbir konuda
kesin karar vermezler. Halkının onurlu ve şerefli insanlar olması, zelil hâle
getirilmemesi için mücadele ederler. Kendi eksiklerinin farkında olup, eksik
oldukları konularda nitelikli insanların yardımı ile sorunları çözerler.
İnsanlar arasında hak ve adâletle hükmeder, nefsinin arzu ve temâyüllerine
uymayıp, doğru yoldan sapmazlar. Zira haddini aşan, kâbiliyet ve
imkânlarını boşa harcayan ve gerçekleri söylemeyen kimselerin sonu hüsran olur.
Siyasi tarihimize baktığımızda “aynı
sorunların” sürekli tekerrür ettiğini ve hiçbir zaman çözülmediğini
görüyoruz. Mesela, sosyal medyadaki bir paylaşımda 31 yıl önce (1991 yılında)
dönemin liderleri N.Erbakan, B.Ecevit, E.İnönü, M.Yılmaz, S.Demirel, D.Perinçek
bir TV programında ülkenin bugünkü sorunları ile “aynı sorunları”, aynı
konuları tartışıyorlar. O günden önce de bunlar konuşuluyordu, o günden beri de
aynı sorunlar konuşulmaya devam ediliyor. Her gelen siyasi lider çözüm olacağını vaad
ederek geliyor, ancak hiçbir sorun çözülmüyor. Sistem, halka hizmet etmiyor, liderlere ve onların etrafındaki “düzen grubu” ve yerleşik “mutlu azınlık” oluşturanlara hizmet
ediyor. Konuşulan sorunlar hep aynı; “yüksek faiz, hayat pahalılığı, enflasyon,
kalitesiz eğitim, haksız – hukuksuz uygulamalar, demokrasi, insan hakları,
yandaş kayırmacılığı, toplumsal ahlakın çöküşü, terör” gibi konular…
Her 20 yılda bir ekonomik veya siyasi kriz nedeniyle toplumsal kaoslar doğuyor.
Her siyasi iktidar değişiminin sancılı olduğunu, iktidarların son dönemlerinde hukuksuzluk, yolsuzluk, ekonomik kriz ve
fakirlik gibi nedenlerle toplumda ekstra bir gerginlik ve kaos oluştuğunu
görüyoruz.
Toplum, her kaos döneminden çıkış
için bir mesih/kurtarıcı arar hale getiriliyor. Bu kurtarıcı yeni bir siyasi
oluşum kuruyor veya bir algı oluşturuyor, halkın algısını iyi yönetenler
iktidar oluyor. İktidar olunca ise eski tas eski hamam devam ediyor, “düzen”
değişiyor sadece, halk mağdur olmaya, “mutlu azınlık” hep mutlu olmaya
devam ediyor. Yeni “düzen grup”, yani,
liderin ekibi küpünü doldurmakla meşgul oluyor sadece. Halk hep mağdur oluyor.
Kervan yolda düzülür, kültürü işliyor… Ancak bu kervan artık bu yükü taşıyamaz
oldu… Her gelen “sistemi ele geçirmek” için çalışıyor, “sistemi elden geçirmek”
için çalışan yok.
Sistem,
liderleri de liderlerin ekibini de yutuyor.
Sistemsizliğin
sistem olduğu yerde lider istese de, “gerçekten istemese de” mecburen diktatöre
dönüşüyor. Zira, sistemsizliğin sistem olduğu, kuralsızlığın kural
olduğu, haksızlık yapmanın hak olduğu mevcut sistemde liderin hak-hukuk-adalet-özgürlük gibi değerlere saygısı olsa bile,
sonuç idareciler adedince mikro diktötürcükleri doğuruyor. Bu mikro
diktatörcüklerin icraatları da lideri ve ekibini halk nezdinde diktatör gibi
algılanır hale getiriyor ve bir süre sonra çöküş ve yıkılma gerçekleşiyor.
Mevcut sistemde halkın da noterlik
vazifesi görmesi tamamen “düzen grup” ve yerleşik “mutlu
azınlık” lehinde işliyor. Zira, “siyasi
partilerde kanun gereği” delegeyi genel başkan seçiyor, genel başkanın
seçtiği delege de genel başkanı seçiyor. Seçimlerde de “liderin belirlediği” çarşaf liste uygulaması nedeniyle halkın
istediği, halka sadakatle hizmet edecek milletvekillerini seçememesinin sonucu
olarak, halkın sesi de seçimlere sınırlı şekilde yansıyor. Lider adım adım
halktan kopuyor. Bu süreç içinde kendi oluşturduğu “düzen grubu” ve hazır
bulduğu yerleşik “mutlu azınlık”, liderin etrafını sımsıkı sarıyor. Bu
halkayı aşmak mümkün olamıyor. Liderin bir beşer olmasından kaynaklı zaafları
da bu yerleşik iç ve dış “mutlu azınlık” tarafından çok dikkatli
şekilde tesbit edilip bir tür “yöneticilerin yönetimi” ilkesine
uygun şekilde çalıştırılıp adeta lider ele geçiriliyor.
Sonuçta, lider halka değil, “sınırlı bir zümreye” hizmet eder hale
geliyor. Her mesih/kurtarıcı değişimi ile de halkın gözü boyanıp, sistemsizlik
sistemi süreli işletilmeye devam ediliyor. “Düzen” değişiyor, “mutlu azınlık” hep mutlu, ancak olan
sadece halka oluyor…
Yönetimin bir lider ekseninde
yürütülmesinin hukukun mutlak hâkim olmadığı, eğitim seviyesinin düşük olduğu
toplumlara verdiği zararlar 150-200 senedir toplumumuzda yaşanmaktadır. Bu
nedenle, acilen tek lider politikaları terk edilip, çoklu liderlik, lider
takımı yönetimi, şurâ yönetimi gibi “saf liderliği” esasına
dönülmelidir. Bir grup lider seçilip bu liderler arasında adeta bir sözcü gibi
birinin grubu temsil ettiği ve hukukun da mutlak olarak sisteme hükmettiği, hukuka en sıkı bağlı olanın da lider ve
liderler takımının olduğu model işletilmeli, topluma hukukun hâkim olduğu,
bireylerden bağımsız bir sistemi olan “yönetişim modeli” kurulmalıdır.
Halkımızın da eskiden beri mevcut olan “düzen partileri” yerine, sistem kurulmasını önceleyen bir algı ile yol yürümesi esas olmalıdır. Fakat, fahiş yanlışlarını gördüğü halde siyasi partisini ve/veya ideolojisini ve/veya liderini din gibi görme ve hatta ona “tapma” hastalığı tedavi olmadan lider diktatörlükleri modelinin değişimi zordur. Bu nedenle, hem yeni bir liderin (mesih/kurtarıcı) olarak çıkmasını isteyip, bir lider etrafında toplanmak istemek, yani, yeni bir lider bulmayı arzu edip, hem de lider diktatörlüklerinden şikayet etmek tam bir içinden çıkılmaz paradoksu ifade ediyor. Yeni dönemde “yönetim” ve mesaj iletme (iletim) esası bitmiştir, “iletişim” odaklı çoklu paydaş “yönetişim” modeli işletilecektir…
NOT: Bu yazımız mevcut siyasî partilerimize ve liderlerimize yönelik bir eleştiri amacıyla değil, sisteme yönelik fikir teatisi amacıyla kaleme alınmıştır.