Lehve'l- hadis
Risaletin ilk yılları… Mekke’nin despot aristokratları insanların İslam’a yönelişini engellemek için her türlü yöntemi uyguluyorlar… Fakat istedikleri sonucu alamıyorlardı… Aralarında Mekke’nin en entelektüel kişisi olan Nadr bin Haris farklı bir yol izliyordu… Kur’an’ın etkisinde kalan halkı engellemek için alternatif programlar düzenleniyordu…
Uluslararası bir ticari hüviyeti olduğu için İran’ın,
Bizans’ın kültürüne de vakıftı…
Eski İran efsaneleri, mitolojik kahramanların
maceraları, tarihi şahsiyetlerin hayat hikâyeleri üzerinden kültürel etkinlikler
düzenleyip gençlerin ilgisini çekmek istiyordu:
‘’Muhammed
size Ad ve Semud kavminin hikâyelerini anlatıyor, ben de Acem ve Rum
masallarını okuyorum’’ diyerek vahye yönelimi sabote etmeye
çalışıyordu… Nadr, bununla da yetinmeyerek sesi güzel cariyelerle müzik
konserleri düzenleyerek İslam’a meyledenlerin ilgisini başka yöne çekmenin
gayretindeydi… Kültür ve sanat üzerinden zihinlere blokaj uygulamanın peşindeydi…
Kur’an’ı Kerim’in bu hususta uyarısı gecikmemişti:
‘’İnsanlardan
öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence
konusu edinmek için lehve’l-hadis’i (sözün boş ve amaçsız olanını) satın
alırlar…’’ (Lokman, 6)
Evet, Kur’an ‘’Lehve’l-
hadis’’ten bahsediyor… Anlamı nedir?
İstek ve arzuları kışkırtan, tutkuları tahrik eden,
insanı asıl işinden alıkoyan, oyalayan, Allah’a itaatten uzaklaştıran; boş,
gereksiz, yararsız, anlamdan ve amaçtan uzak boş ve batıl sözler…
Acaba dünkü Mekke cahiliyesinin etkin bir şekilde
kullandığı bu yöntem sadece o dönemle sınırlı bir uygulama mıydı yoksa bu çağda
da daha profesyonelce ve sistematik olarak sürdürülen bir operasyon mudur?
Lehve’l-
hadis, tüm zamanlarda insanları Allah yolundan alıkoyan
sinsi tuzaklardır…İsmi sanat,
kültür, sinema, edebiyat, bilim, teknoloji, sporda olsa sonuç değişmiyor…
İsimler masum, niyet ve içeriklere baktığımızda çoğu zaman durum farklı…
Sistematik bir dejenerasyonla karşı karşıyayız…
Marazi magazin programları, tele-vole kültürü, pespaye
şovlar, sapık fanteziler, fasit fikirler, muzır müzikler, müstehcen mecralar,
iğrençlikler içeren komedi ve mizahlar…
Çağdaş dünyanın çığlıkları ne tür çılgınlık ve
çirkinlikler içerdiği malum… Durum vahim… Doğrusu şarkı, türkü, roman, öykü,
şiir, sinema, dizi, belgesel, tiyatro, animasyon, resim, fotoğraf her ne varsa
ciddi bir filtreden geçirmek lazım… Filtrelemeden fitne ve fesadın önüne nasıl
geçebiliriz?
Futbol fanatizmine ne diyeceğiz? Holiganlık, futbolu
spor olmaktan çoktan çıkarmış…
İnsanımızı oyalayan, insanın insan olmasını
engelleyen, abesle iştigalin her türlüsü müşteri buluyor… Hem de bizim
mahallede…
Profesyonel gevezeler, entelektüel zevzekler, zehir
zemberek yorumları ile zihinleri ütülüyorlar…
Teorik, ideolojik, politik, ekonomik demagoji, düello,
diyalektik… Daha doğrusu profesyonel dedikoducular sahayı teslim almış durumda…
Kafa karıştırmak, gerçekleri çarpıtmak, yanıltmak,
karartmak, örtmek kültür dünyasının kaçınılmazları oldu…
Sonu gelmeyen lafojiler
yani lafügüzaflar genç zihinleri, temiz gönülleri tahrip ediyor…
Daha kötüsü inanan insanlarımızın bu pazarın parçası
haline gelmeleridir… Bu kirli propagandanın, sinsi pazarlamanın gönüllü
müşterileri olmalarıdır…
Sosyal medyadaki malayanilik ve melanetlerin mağduru
olan çocuklarımızın yüzüne yarınlarda nasıl bakacağız?
Bunca seviyesizlik, onursuzluk, aşağılık ve
ahlaksızlığın vebali kime ait?
Argo yüklü arsızlıklar, ağızların ayarı kaçmış,
gırgır, şamata, laf cambazlığı hiçbir sınır tanımıyor…
Münakaşa, münazara, mugalata ya da geyik muhabbetleri
kitlesel laubalileşmeyi besliyor…
Saçma sapan yorumlardan yorulmadık mı?
Bol vır vırlı,
dır dırlı dünyalardan kurtulmanın yollarını aramayacak
mıyız?
Zaman bize emanet… Emanet bize emanet… Evren bize
emanet… Biz hâlâ işin oyun ve eğlencesinde mi olacağız?
İslam bizden ciddiyet ister…
Müslümana onur ve vakar yakışır…
Kültürel sömürünün tüm oyunlarını bozmakta bize düşer…
Daha fazla oyalanmadan, oyun kurucu olmalıyız…