Lâiklik ve tepkiler üzerine…
Diyarbakır’daki bir toplantıda, “Haçlıların, Siyonizm’in, çağdaş kisrâlığın
var ettiği en zararlı şeylerden bir tanesi de lâikliktir!” demiş bir
konuşmacı.
Oradaki konuşmalarda lâikliğin İslam’ı hayatın dışına itmek, camilere hapsetmek için kullanıldığı yönünde
değerlendirmeler dikkat çekmiş.
Doğrusu bunlar, kendimizi bildik
bileli işittiğimiz sözler.
Merhum Timurtaş Hoca, “lâiklik”
konusunda şunları söylemişti mesela:
“Kur’an da ‘Yeryüzünün de gökyüzünün de mülkiyeti Allah’ındır’ hükmü var.
‘Gökyüzünün de mülkiyeti Allah’ın,yeryüzünün de mülkiyeti Allah’ındır!’diyor.
Buna inanıyorsan kolay. Yeryüzünün de mülkiyeti Allah’ınsa, bu mülkün sahibi
Allah ise… Sen nasıl ‘Allah’ın hükümleri dünyaya karışmasın’ dersin? Hem
mülkiyeti Allah’ındır, hem de Allah karışmasın!”
“Lâiklik en zararlı şeylerden bir tanesidir!” diyenler, İslam’ın insanlığı perişan eden kötülüklere
karşı çıktığıhedefe yerleştirildiğini…
İnsanları inançlarından vazgeçirmenin
çok zor olduğunu bilen zihniyetin, icat ettiği lâiklik vasıtasıyla İslâm’ı
camilere, mezarlıklara hapsetmek istediğini söylüyorlar…
Lâikliği savunanlar ise, devletin
bütün inanç (ya da inançsızlık) gruplarına eşit mesafede olması gerektiğini öne
sürdükten sonra kendilerince lâiklik
tanımı yapmaya çalışıyorlar.
***
Ben bunca yıldır laikliğin akla
yatkın tanımını arıyorum.
Çok sayıda tanımlama çabası gördüm.
Fransa’dan ithal edilen kavramı “Devlet yönetiminde dinin ya da dinsizliğin
referans alınmaması ve devletin din ya da dinsizlik karşısında tarafsız ve
tepkisiz olmasını savunan ilke” olarak tanımlayanlar var mesela.
Her tanıma olduğu gibi bu tanıma da
bin türlü itiraz var.
Mesela…
Halkının kahir ekseriyeti “Ortodoks Hıristiyan” olan bir Devlet,
bu “inanç”sözkonusu olduğunda
nasıl tarafsız ve tepkisiz kalabilir?
Anayasasında“Yunanistan’da hâkim din İsa’nın Doğu Ortodoks Kilisesidir. Kendi başı
olarak Hazreti İsa’yı tanıyan Yunanistan Ortodoks Kilisesi, İstanbul Büyük
Kilisesi ve İsa’nın diğer her Kutsal Apostolik Kilisesi, Meclis (Sinod)
kuralları, kutsal gelenekler ve dogmalarla ayrılmaz bir bağlılık içindedir. “ hükmünün
yer aldığı Yunanistan, bir laik devlet
midir yoksa şeriat devleti midir?
Bazı ülkelerde mecburi, bazı
ülkelerde de isteğe bağlı olarak “Kilise
Vergisi”nin alınması lâiklik ilkesine aykırı mı, değil mi?
Halkının ekseriyeti hıristiyan olan
devletlerde “Noel Tatili” var, bizim
gibi çoğunluğu Müslümanların oluşturduğu devletlerde ise “Ramazan ve Kurban Bayramı” tatilleri…
Tatillerin dine göre ayarlanması
laiklik ihlâli midir, değil midir?
Laikliğin yapılmaya çalışılan en
geniş tanımında ne deniyordu?:
“Devlet yönetiminde dinin ya da dinsizliğin referans alınmaması ve
devletin din ya da dinsizlik karşısında tarafsız ve tepkisiz olmasını savunan
ilkeye laiklik ilkesi denir!”
Bu tanıma göre, “tatillerin” dine göre ayarlanması laikliğin ihlâli anlamına
geliyor.
İngiltere Kraliçesi’nin ölümüyle
gündeme gelen “Kilise Şov” üzerinden
“İngiliz Tipi Laikliğe” hiç
girmeyelim…
“Lâikliğin kıblesi” Fransa da “Din Tatili”nden vazgeçemez malûm...
Uygulamada en lâik, en seküler
takılan devletlerin bile, “düşman
tehdidi” ve “düşmanlarla savaş”
gibi konulardan söz edildiğinde, “Din’e”atıfta
bulunduklarını görüyoruz.
“Şehitlik”
kavramı her devlette var ve “Şehitlerin” vefat ettiklerinden
sonraki ayrıcalıklı konumlarına her devlette dikkat çekiliyor….
Vergilendirilmiş kazancın
kutsallığına her yerde işaret ediliyor…
Vesaire,vesaire…
Lâikliği icat edenler, böyle bitmez
tükenmeztartışmalar içine gireceğimizi hesaplamışlardır mutlaka.
Diyarbakır’daki bir toplantıda, “Haçlıların, Siyonizm’in, çağdaş kisralığın
var ettiği en zararlı şeylerden bir tanesi de lâikliktir!” dendiği için kadim
değerlerimize öyle saldırılar yapıldı ki...
“Lâiklik nedir, ne değildir? Memleketin kahir ekseriyetinin kabulleneceği
bir tanımı yapılabilir mi, yapılamaz mı? Laiklik var mıdır, yok mudur?”
Bunlar üzerine seviyeli tartışmalar
yapılabilir…
Lâkin laiklik konusu gündeme
geldiğinde, değerlerimiz öylesine hedef alınıyor ki…
“Laiklik bunlar için adeta din haline gelmiş!” diyenler bile oluyor söylenenlere
bakarak…
Lâiklik dendiğinde akla ilk gelen
partinin Genel Başkanı, en yakın “dâvâ”
arkadaşları tarafından “Seyyid-Hafız
Kemal Kılıçdaroğlu” olarak tanıtılırken…
“Umreye bile gittiği” söylenirken…
Seçime doğru bin türlü “Dini Kavram” kullanılırken…
Aynı çevrelerden sayıları hiç de
azımsanamayacak kalem- klavye sahipleri,
Diyarbakır'daki "lâiklik karşıtı söyleme"cevap verirken, bu ülkenin kadim
değerlerini tahkir yarışına giriyor.
Sarıklı Müslümanların karınlarından
süngülendikleri “görseller”bile dolaşıma
sokuluyor, “Böyle yapılsa ne iyi olur!” vurgularıyla ve ibadet aşkıyla!
Dedik ya…
Lâiklik şöyle dört başı mamur bir
tanıma kavuşturulmadıkça, “Lâiklik” tartışmalarından kurtulamayacağız
anlaşılan…
Neler deniyor neler…
Başörtüsüne özgürlük olabilirmiş ama “türbana özgürlük” olamazmış!
“Anneannelerimizin köylerdeki
başörtüleri”ne
saygıları varmış ama şehirdeki “Türban”a
saygıları yokmuş…
“Türban”
siyasi simgeymiş…
CHP iktidarında bir aydınlanma
yaşanacakmış ve türbanlılar türbanlarını kendiliklerinden çıkartacaklarmış!..
Ve dahası, küçük çocuklara Kur’an
öğretmek isteyenler “ortaçağ zihniyetli,
karanlık tipler”miş!
“Lâiklikle” alâkalı her tartışma, birilerinin
kafalarındaki “özlemleri”gözler
önüne seriyor!
Bu tartışmalardan kurtulmanın tek bir
yolu var galiba;
“Akla yatkın bir laiklik tanımı yapmak!”
CHP’den şöyle dört başı mamur bir “lâiklik” tanımı bekliyorum...