Laiklik ve Demokrasinin Gölgesinde İslam Düşmanlığı,
1990 yılında Kara Harp Okulundan mezun olduktan sonra, modern dünyada modern bilimi savunan bir kuvvet komutanı “Atatürk Kimdir?” adlı bir metin yayınlatmıştı. Gittiği her denetlemede er ve erbaşından tutun tabur komutanına kadar tüm personele söyle bakayım “Atatürk kimdir?” diye sorardı.
Türkiye’mize modern bilimin ışığında çağdaşlığı getirdiğini iddia eden bu ordunun kuvvet komutanı savaş tekniklerini sormak yerine bu sual ile denetlemesini yapardı.
Türk tarihine baktığımız zaman bugünkü anlamda üniversite diyebileceğimiz ve dünya çapında etki eden birçok bilim adamları yetiştirmiş medreseleri görürsünüz. Çok uzak tarihe gitmeden bu medreselerde yetişen birkaç bilim adamının ismini zikredeceğim. Dileyen bu isimler hakkında detaylı bilgileri kütüphanelerimizden alabilirler.
İlk Türk arkeoloğu Osman Hamdi Bey, Astronom ve matematik bilimcisi Ali Kuşçu, Takuyuddin Efendi, Mirim Çelebi, Dil bilimci Bergamalı Kadri, Kâtip Çelebi, Marko Paşa, Piri Reis, Sabuncuoğlu Şerafettin, Ahmet Cevdet Paşa ve Hazerfan Ahmet Çelebi Osmanlı dönemi medreselerde yetişmiş ilim adamlarından bir kaçıdır.
İşin ilginç tarafı cumhuriyet sonrası yeni bir devlet anlayışı ile ortaya çıkanlar tekke ve zaviyeleri, medreseleri gerçek anlayışlarından uzaklaştıracak fikir tartışmalarına girmiş ve buraları modern çağın ve modern bilimin karşısında tehdit unsuru olarak değerlendirmişlerdir.
Özellikle Fransız devrimi ile ortaya çıkan din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması anlamında kullanılan Laiklik bu anlamda İslam düşmanlığının karşısında bir sopa olarak kullanılmıştır. Çok değil, 25 sene önce 28 Şubat döneminde dini ve dindar subayı rejime karşı tehdit olarak değerlendirenler dindar subayları tasfiye ederken batının güdümünde ve İslam’ın inceliklerini bizlerden daha iyi irdeleyen şer güçler içimizden bizden görünümlü FETÖ mensuplarının böylece filizlenmesini başarmışlardı.
Dindar olmak demek ahlaki anlamda mükemmel insan olmak için çabalayan insan akla gelmektedir. Ben görevde iken en kritik görevler ve mali planlamalar bana verilirdi. Çünkü komutanlar bilirdi ki dinine düşkün bu insan devlet malını ve neferin hakkını halel getirmeden muhafaza edecektir.
Dün 28 Şubat sürecinde dindar subay istemeyenler tarikat ve cemaatleri son derece tehlikeli ve düşman görenler bugün de aynı düşünceye sahip olduklarını her fırsatta ortaya koymaktan çekinmemektedirler.
FETÖ’nün, bu düşmanlıkların gölgesinde filizlendiğini görmezden gelen bu yarım kafalı insanlar bugünlerde bir amiralin giydiği cübbenin devletin bekası ve Atatürkçülük sisteminin karşısında bir tehdit olarak dillendirmektedirler.
Bu güruhun mensupları hep bir ağızdan oraya sivil kıyafetle gitseydin sorun yoktur diye dem vurmaktan geri durmuyorlar. Aynı batıl zihniyet yani. Dün başörtüsünü tehdit gören, cumhurun son kalesi cumhurbaşkanlığı makamına başörtüsü girerse kalenin yıkılacağını iddia edenler bu iddialarının boşa çıktığını görseler de yine bu iddialarını dillendirmekten çekinmiyorlar.
Çünkü onlar gerçekte bilimin ve çağdaşlığın temsilcisi olmaktan uzak batılı sömürgeciliğin kukla neferleri konumundadırlar.
Başörtülerini çıkarttıkları insanları Laikliğe ve demokrasiye dost görenler 15 Temmuz ile rezil rüsva oldular. Başörtüsünü çıkaran bu satılmış köleler neredeyse ülkeyi, çağdaş ve Atatürkçü sistemi Abraham Lincoln’ un çocuklarına peşkeş çekeceklerdi.
Üstelik işin ilginç tarafı bu insanları durduranlar sözüm ona laik ve çağdaş Atatürkçü zihniyete düşman olan dindar insanlardı. Bugüne kadar bu insanların başında Atatürkçülüğü sopa olarak kullananlar şimdilerde cübbesiyle namaz kılan amiral üzerinden yeniden din düşmanlığını körüklemektedirler.
Bu kesinlikle laik ve demokratik söylemlerle din düşmanlığından başka bir şey değildir. Genelkurmayın bu amiral hakkında açtığı soruşturma 28 Şubat’ın kalıntı zihniyetinin bir yansımasından başka bir şey değildir.
Aklı selim hareket etmesini umduğum Genelkurmayın hazırlayacağı raporda örümcek kafalılığın başörtüsü ya da cübbe altında gizli olmadığını ortaya koymasıdır. 28 Şubat’ta uğraştığı başörtüsünün örümcek kafalılık olmadığını anlamak az daha bize bir vatana mal olacaktı.
İnsanların başına birer polis koymakla ahlaklı bir anlayışı tesis edemezsiniz. Bunu başarmanın yegâne çaresi kalplerdeki vicdani düşünceyi harekete geçirmekle olabilir. Bunu başarmanın tek yolu İslami ahlaki değerleri benimsemiş ve bu değerleri hayatına nakşetmiş bireylerin yetiştirilmesiyle mümkün olacağının kabul edilmesidir.
Beşerî kanunların suçu önlemde yetersizliği her geçen gün suç işleme oranlarının artışında gizlidir. Bugün modern hayatımızın her anına girmiş Mevlâna, Hacıbektaş-ı Veli, Hacı Bayram-ı Veli, Yunus Emre ve daha niceleri ahlaki değerlerimizin temsilcisi olarak genel kabul görmüşlerdir.
Bu isimler gökten zembille inmedi. Osmanlı’da yer alan dini değerleri, dinin ahlaki değerlerini benimsemiş bu eğitim kurumlarından yetişmiş önemli şahsiyetlerdir.
Sözün kısası Atatürkçülük, Kemalizm, Laiklik, Demokratik anlayış söylemleri kesinlikle İslam düşmanlığının örtülü gerekçesidir. Bu kabul edilebilir bilimsel bir iddia olamaz. Karıncayı ezmekten bile sakınmamızı isteyen bir dinin çağdaşlığın ve modernizimin önünde bir engel olması gerçekçi değildir.
Gerçek olan bir tek şey var ki o da; ahlaklı toplumun yeniden yetişmesini istemeyen bir takım örümceklenmiş beyinlerin içimizde var olan fason hakimiyetleridir. Ancak bunun böyle olmayacağı artık tüm çıplaklığı ortaya çıkmıştır.
Gelecek Türkiye toplumsal barışı tesis etmiş, dindar mensuplarıyla kenetlenmiş bir Türkiye olacaktır. Artık Atatürkçülük, Laiklik ve Demokratik sistemle savaş bizim savaşımız olamaz.
Buradan kutlu amiralime derim ki; Dik dur eğilme, bu millet seninle…