Lâiklik Şerbeti!..
“Seçime çok yaklaştığımız” şu süreçte, son derece “ilginç” diziler dikkat çekiyor.
“Senaryo”lar, “Proje”ler müthiş!..
“Gerçek bir hayat hikâyesinden
alınmıştır” vurgusu
da ‘olaya’ iyice inandırıcılık katıyor.
Dizilerin
başlangıçlarında, “Cuma Namazı’ndan bile
pek bahsedilmezdi, hangi dağda kurt öldü acaba?” dedirten şeyler oluyor…
Sonra…
Kısa sürede
değişiyor işler…
“Ömer” ve “Kızılcık Şerbeti” adlı dizilere, özellikle de “mesajlarına” şöyle bir bakalım hep birlikte:
“Ömer”
Dizisi’ndeki “İmam”ın, çocukluktan yeni çıkmış kıvamlı “Dindar Oğlu” ile…
Yani ..
“İmamoğlu” ile, yaşını başını almış, çocuklu bir kadının ev kapısını açmak için
verdiği mücadele, ilk bölümden.
Çilingir
arkadaşı, dükkânı İmamoğlu Ömer’e emanet
ediyor…
Kadın da, ev
kapısını açtırmak için Masum Yüzlü,
Atkılı, Emanetçi Çilingir’e gelince, büyük aşk başlıyor.
Hiçbir
çilingir ile hiçbir müşteri (özellikle kadın müşteri) arasında yaşanamayacak
evsaftaki “anahtarı birlikte çevirme mücadelesi” sırasında elektriklenmenin şiddeti artıyor!
Epeyce
sürüyor o “İmamoğlu –kadın müşteri” dayanışması…
Kapı birden
bire açılınca, İmamoğlu Ömer ile Kadın,
birlikte yere yuvarlanıyorlar, -yanlış anlaşılmasın- aşırı yüklenmeden dolayı elbette.
Ve yerde yine aşırı elektriklenme!
İmamoğlu -Ressam Ömer’in büyük aşkı böyle başlıyor.
İmam Baba var filmde, bir de Arıza Ağabey…
Ömer seviyor,
ailesinin yaşça, başça kendisine uygun görmediği birini seviyor ama, “Muhafazakâr Aile” aşktan ne anlar?
İlle de “Öyle şey olmaz!” diyerek engel olmaya
çalışıyor, deli dalgalar gibi kıyılara vuran bu büyük aşka.
Kabaca böyle
bir mevzu, aralarda “İmamoğlu Ömer'in ressamlık
merakı” gösterileriyle, “birilerinin resim karşıtlığı”na
gönderme mi yapılıyor, ne yapılıyor?
Bir de,
yardım için “bankadan faizle borç
çekilebilir” mesajı var, taa ilk bölümden…
Öyle amansız
hastalık için ameliyat parası (vs.) değil;
“Eski futbolcu enişte bey” iş için yurt dışına gidecekmiş…
Dertli Abla,
kocasının geçim sıkıntısından dolayı gurbet ellere gitmesine engel olmak için “sermayeye”
ihtiyaç duyuyor…
İmam Baba’dan para istiyor…
O da, “Zamanında beni dinlemedin, benim sözümü
çiğnedin” yollu lâflar ediyor ve elinde para olduğu halde, vermiyor.
Böyle olunca
da iş “Ömer”in yardımseverliğine
kalıyor.
İmamoğlu Ömer de, gidip bankadan faizli “ihtiyaç” kredisi çekiyor!..
*
Ne güzel
değil mi?
Cumhurbaşkanı,
“Ömerleri” ararken…
O “Ömer”lerden biri, dizide çıkıyor!
“İşte size Ömer!” diyor.
İmamoğlu Ömer
yani!
“Ömer” dediğin
böyle olmalı, bir yönüyle “fedakâr,
cefakâr”, diğer yönüyle “modern,
çağdaş, birazcık ressam ya da heykeltıraş”..
Diğer yönüyle
de…
Turist Ömer!
*
Her bölümü
izleyecek değiliz, o kadar vaktimiz mi var?
Ömer adlı
diziye ayırabileceğimiz son yarım saat, internetten şöyle bir araştırmaya
tahsisli…
Yapımcısı
kimmiş, kimlerdenmiş?
Arayan
bulur!..
*
Bir de “Kızılcık Şerbeti” çıktı, Ömer’le –aşağı
yukarı- eş zamanlı olarak piyasaya…
Oranın
girişi de müthiş…
Saygın bir “Dindar Aile” havası…
Yine “Gerçek bir hikâyeden uyarlandığı”
söylenen dizi, bir süre “Minyeli ve de Künyeli
Abdullah” kıvamında gidiyor…
Çok zengin
ve çok “dindar” bir Aile.
Evin reisi Abdullah Bey, çorbayı çok önceden bitirecek
kadar uzun bıyıklarından dolayı biraz “işkillendirmiyor”
değil ama duruşuyla, konuşmasıyla saygınlık uyandıran birisi…
Bir Zamanlar
Çukurova dizisindeki “Şermin” de,
burada Aile’nin Hanımefendisi.
Anne.
Başını
örtüyor, Kur’an okuyor, evi çekip çeviriyor, eşinin evlâtlarının
üzerlerine titriyor.
Biraz da
aşırı titriyor.
“Şermin”i görünce, “Hayırdır İnşaAllah” diyorsunuz,
“Geliyor mu gelmekte olan!”
*
“Lük-üs yaşantılı” Muhafazakâr Aile’de
3 evlât;
İkisi erkek,
biri kız.
Erkeklerden
birinin özgüveni yerinde, diğeri ezik büyümüş…
Ezik olan, karakteri bozuk biriyle “görücü usulü” evlendirilmiş.
Zavallı “Mustafa”, vur ağzına al lokmayı, kötü
kadının elinde oyuncak…
Yetişkin Kız
Nursema’nın hobisi “hattatlık”.
Bakışları
bir tuhaf, “psikolojik problemleri”
var gibi, kafayı eğiyor ve koca gözleriyle yere bakıyor…
“Du bakali N’olecak” diye bekliyorsunuz, Nursema nerede patlayacak?
Bir de evin
özgüvenli başarılı delikanlısı var, onda bir numara görünmüyor da…
Esas numara
onda!..
Gayet çağdaş, gayet modern ailenin kızına âşık olunca ve kendilerini “nikah dışı birliktelik” sonucu hamile bırakınca, işler tam mânâsıyla “Laik-Antilâik Krizi"ne dönüşüyor!..
Hayır
abartmıyorum, sonradan bir parçasını izlediğim bölümde, o Kız’ın kendi ayakları
üzerinde durabilen, gayet feminist ve boşanmış Okul Müdiresi Annesi, “Türkiye laiktir laik kalacak!”
kıvamında bir şeyler söylüyor!..
Burası Laik
Türkiye, konu da “Oruç tutanların
yanında içki içmek ve laiklik!”
Ne alâkası
varsa!..
Diziyi uzun
uzun anlatmayalım, özetin özetini verelim:
“Farklı kültürlerde büyümüş iki genç
evlenince, iki aile arasında acayip acayip krizler yaşanıyor.”
“Zengin-Muhafazakâr
Aile”nin ilk bölümde hayli takdir toplayan Büyüğü Abdullah Bey, Feminist
Okul Müdiresi’nin çok daha feminist kardeşine âşık oluyor, hatta nefsiyle
mücadele edip edip sonunda “İlân-ı Aşk”ta
bulunuyor.
“Garip bakışlı hattat” Nursema ise, çağdaş ve
psikolojisi düzgün bir gence âşık
oluyor.
Bu aşkı
öğrenen “Muhafazakâr Aile”, bilhassa
da Bir
Zamanlar Çukurova Dizisi’nin Şermin’i
, infiale kapılıyor.
Gidiyor,
zaten “Aşk Acısı” çekmekte olan
Muhafazakâr Abdullah Bey’i “alev”lendiriyor.
(Bu arada,
Abdullah Bey’in âşık olduğu feministin adı da Alev!)
Garip
Bakışlı Hattat Nursema’yı, “sevdiği
adamdan uzaklaştırmak için”
istemediği bir evliliğe zorluyorlar.
Muhafazakâr aile, muhafazakâr aileye
kız veriyor.
İstenmeyen
damat, serserinin teki üstelik.
Zoraki nikâh
kızın arzusu hilâfına gerçekleşiyor.
Kız da, o
gece "Dokunma bana!"
diyerek pencereye çıkıyor…
Serseri
damat, şöyle bir itiyor…
“Başörtülü, Garip Bakışlı, Hattat,
Mağdure” Nursema, yüksekten yere çakılıyor…
Komalık
oluyor, dudak kenarında ufak bir çizikle.
Bir yeri
kırılmıyor, gelinliği kirlenmiyor…
İki gün
boyunca yoğun bakımda kalıyor…
Bu arada
garip garip şeyler oluyor, her neyse!..
*
Uzun uzun
anlattık galiba, yok anlatmaya kalksam daha neler var, neler…
Bir taraf
yani “Muhafazakâr” aile, tam mânâsıyla
kafayı yemişlerden oluşuyor.
Duvar
kağıdındaki “domuz”dan bile (ille de
domuz olacak bebek odasının duvar kâğıdında, inek olsa kurtarmıyor!) “nem”
kapan, fitne-fücur, rahatsız, ruh hastası tipler…
“Mini etekli” gördüm mü, yelkenleri
indiren Abdullah Bey, “Muhafazakâr Aile”nin büyüğü…
O da Bir
Zamanlar Çukurova’nın, buradaki “Başörtülü Anne”si Şermin’le görücü usulü evlenmiş galiba…
Aralında aşk
yok yani, kuru kuruya bir evlilik.
Hep böyle
olmaz mı ya, “görücü usulü”
evlilikler!..
Mesajlara
bak sen!
*
Baskıdan
kafayı yemiş, garip bakışlı Nursema…
Baskı
altında büyütüldüğü için “saflaşmış”
Mustafa.
Aşktan,
sevgiden anlamayan, bağnaz bir MuhafazaKÂR Aile…
Evin Hanımı,
Bir Zamanlar Çukurova’nın Şermin’i de iyice sıyrık…
*
Abdullah Bey
tiplemesi başlangıçta iyi gibiydi, onun da yelkenlerAlev’i görür görmez, aşağı indi!
E, tabii bir
şey görmemiş tipler bunlar.
Arzuları
içlerinde hapsolmuş…
Böyle “Alev”
gibi yakan birini görünce, anında eriyorlar!
*
Öbür
tarafta,yani “laik” kesimde, araya “arızalı tipler” yerleştirilse de…
Genellikle,
özgüvenleri yüksek, psikolojileri gayet düzgün, saygın, çağdaş bireyler…
Kadınlar da
ultra-feminist!..
*
Olan
bitenlere, “Dizidir bunlar dizi” diyerek bakabilirsiniz…
Ben de öyle
yapmaya çalışıyorum ve en emin yol olarak “artık
bakmamayı” tercih ediyorum.
Amma velâkin
bir şekilde çıkıyor karşınıza, sosyal medyaya bir girin, ne sahneler ne
sahneler…
E, bir de geçmişten
bugüne, ne hasarlar var…
Recep,
Şaban, Ramazan.
“İnek Şaban!”
Hayli vakittir,
bebeğine “Şaban” ismini koyana
rastlamıyoruz pek.
Vasiyet
varsa oluyor ancak, yoksa kimse çocuğu “Şaban”
olsun istemiyor.
E, öyle ya…
“Oğlum Şaban mısın, nesin!” bile deniyor –haşa-!
Güzel
insanlar genellikle çağdaş denilen
insanlar arasından çıkıyor…
Nerede bir
hacı- hoca var, ondan kollayacaksın
kendini!..
Mesajlara
bak!..
*
Uzun yıllar
boyunca bunlar işlenmedi mi?
“Küçük Ev” dizisindeki “güzel ahlâklı” papaz ve bizdeki “üç kâğıtçı hacı amca!”
Adamlar
yapıyor abi!..
*
Şimdi ben
de…
İçinde
büyüdüğüm “Laik, çağdaş” çevrede şahit olduklarımı anlatsam mı?
Bir
anlatsam…
Tam
mânâsıyla bir “Lâiklik Şerbeti” mi olur?
“Gerçek hayat hikâyesinden” de değil, birebir “Gerçek Hayat”tan alınmıştır her şey…
Ne “putlaştırmalar”, ne arızalar…
Ne kayık ve
de ne çağdaşşşş hayatlar…
Kadına
şiddet mi, ohoooo!
Her türlüsü!
“Köylü” yü
aşağılamak mı?
En ağır
biçimlisi!
*
Yaşadıklarımı,
gördüklerimi yazsam mı acaba?
Yazsam bile…
Böyle bir
“eseri”, filme çekebilecek bir “babayiğit” var mı acaba?
Ha bir de…
RTÜK var ya…
O RTÜK, -şimdilerde olduğu gibi- “sessiz” kalır mı acaba?