Dolar (USD)
32.52
Euro (EUR)
34.76
Gram Altın
2421.90
BIST 100
9694.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

09 Mart 2022

Kuzey Afrika'yla daha çok ilgilenmeliyiz!

Afrika, dünyanın Kuzey ve Batı kısımlarına nazaran hakkında az şey bilinen coğrafyalardan birisi. Kıtanın okyanusa bakan tarafındaki ülkeler ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan bambaşka bir görünüm arz ediyor, iç bölgelerdeki ülkeler bambaşka bir görünümdeler. Akdeniz kuşağında bulunan ve Kuzey Afrika olarak nitelenen bölge ise bambaşka kültürel, dini ve etnik özelliklere sahip. Büyük kısmı çöllerle kaplı olan Afrika kıtasında ekonomik, sosyal ve siyasal hayat coğrafyanın kader olduğu gerçeğini yüzümüze vuruyor.

Gerek Akdeniz havzasına komşu olması gerekse dini ve tarihi bakımdan ortak bağlarla yakınlık duyduğumuz Kuzey Afrika kuşağı ise ta Turgut Reis’in bölgede yavaş yavaş hâkimiyet kurmasından bu yana ilgi ve kültür coğrafyamızın sınırları içerisinde bulunuyor. Jeopolitik ve jeostratejik gereklilikleri bir kenara bırakalım, dini, siyasi ve kültürel anlamda Fas, Tunus, Cezayir, Libya ve Mısır neredeyse ortak kaderi paylaştığımız ülkeler kuşağındalar.

Ortak kaderden kastımız, İslam coğrafyasının Ortadoğu ve Kuzey Afrika ayağını oluşturan bu ülkelerin Türkiye’nin de başına gelen işgal ve parçalanma süreçlerine maruz kalmasıdır. Osmanlı imparatorluğunu var güçleriyle parçalamaya azmeden emperyalist güçler, bu süreci hem Ortadoğu’da hem de Kuzey Afrika’da başlattılar. Hicaz Yarımadasında Şerif Hüseyin gibi Arap liderlerini Osmanlı’ya karşı kışkırtmaktan imtina etmeyen şer güçler, daha erken tarihlerde, Mısır’da, Libya’da, Cezayir, Fas ve Tunus’ta işgal hareketlerine girişerek bölgenin parçalanması için ellerinden geleni yaptılar. Fransızlar, Cezayir’e, Tunus’a Fas’a, Mısır’a, İtalyanlar, Libya’ya, yine İngilizler Arap Yarımadasına ve Mısır’a çökmeye kalktılar. Kâh başarılı oldular, kâh olamadılar. Osmanlı, yıkılmak üzereyken bile bu emperyalist güçlere karşı bölgede büyük mücadeleler verdi. Mustafa Kemal, Kuşçubaşı Eşref, Süleyman Askeri, Enver Paşa gibi Osmanlı subayları bölgede direniş hareketlerini örgütlediler. Söz konusu ülkelerin kendi içlerinden çıkardıkları mücadele hareketlerinin her birisi ise başka bir kahramanlık hikayesi. Ömer muhtar, Emir Abdülkadir gibi liderlerin İtalyanlara karşı örgütledikleri direniş hareketlerinin her birisi ayrı bir kitap konusu.

Modernleşme tarihi bakımından da söz konusu coğrafyalarla benzer yönlerimiz var. Osmanlı son dönem modernleşme hareketleri kapsamında özellikle Mısır’da da çeşitli faaliyetler yürütülmüştür. Bilhassa Kavalalı Mehmet Ali Paşa döneminde Mısır’da yürütülen yenileşme hareketleri, Türkiye merkezli tecrübe ile benzerlikler gösteriyor. Yine sömürgeciliğin bir kolu olarak faaliyet gösteren misyonerlik hareketlerinin yayılması bakımından da benzer girişimlere maruz kalmışız. Tarsus Amerikan Koleji 1888’de, Beyrut Amerikan Koleji 1866’da kurulmuş. Sömürgeci Fransızlar ve İspanyollar ise daha erken tarihlerde bilhassa Fas, Tunus, Cezayir kuşağında çok sayıda okul açmışlar ve çok sayıda misyoneri bölgeye çeşitli maskelerle yerleştirmişler.

Kuzey Afrika kuşağındaki pek çok ülkenin demokratik rejime geçmesi, krallık ve diktatörlük yönetimini terk etmesi oldukça geç tarihlere denk geliyor. Cumhuriyet yönetimi Türkiye’de 1923 yılında kurulurken, örneğin Mısır, bağımsızlığını 1922’de kazanıyor ama Cumhuriyet idaresi ancak 1953 yılında kurulabiliyor. Libya bağımsızlığını 1947 yılında İtalyanlardan kazanıyor, 51’de krallık oluyor, çok uzun yıllar Kaddafi idaresinde kalıyor, Mısır’da olduğu gibi adeta tek adam tarafından yönetiliyor. Tunus ise bağımsızlığını 1956 yılında kazanıyor, Cumhuriyet yönetimine 1957’de kavuşuyor. Fas ancak 1956 yılında Fransa ve İspanya’dan bağımsızlığını kazanabiliyor. Cezayir’in ise bağımsızlığını kazanması 1962 yılını buluyor. Ancak şöyle bir durum var. Her bir ülke çok geç denilebilecek tarihlerde bağımsızlıklarını kazanıyorlar ama uzun yıllar tek adamlar tarafından yönetiliyorlar.

Aslında çoğunda cumhuriyet ve demokrasi sadece kâğıt üzerinde kalan birer ibâreden müteşekkil. Türkiye’de de benzer şekilde 1950’lere kadar bir tek parti ve tek adam havası hâkim. Aslında bu noktada Kuzey Afrika’dan daha ileri bir noktada değiliz. Sadece bu ülkeler bağımsızlıklarını daha geç tarihlerde kazanmışlar. Ancak insanın içini acıtan bir gerçek varsa o da şu: Evet Osmanlı bakiyesi pek çok devlet ve ülke bir şekilde bağımsızlıklarını geç de olsa kazandılar ve kendi cumhuriyetlerini kurdular. Ancak ekonomik, siyasi ve kültürel bakımdan emperyalist güçlerin erken tarihlerde içimize attığı zehirlerden kurtulamadılar. Kuzey Afrika kuşağındaki ülkelerde resmi dil Fransızca, İngilizce, İtalyanca oldu. Türkiye’de Türkçe resmi dil olarak kaldı ama bizde de alfabe değişti. Şimdi yeni yeni bazı taşlar yerinden oynuyor ve Türkiye kültür ve inanç coğrafyası üzerinde daha etkin hale geliyor. Özellikle Afrika ile kültürel, dini ve ticari alışveriş daha da gelişiyor. Şimdi Rusya, Çin, İsrail, Fransa gibi güçlere rağmen Afrika’da olmanın ve Afrika ile ilgilenmenin tam zamanıdır. Bu hem tarihsel hem dini hem de jeopolitik bir gerekliliktir.