Kuzey Afrika'yla daha çok ilgilenmeliyiz!
Afrika, dünyanın Kuzey ve Batı kısımlarına nazaran hakkında az şey bilinen coğrafyalardan birisi. Kıtanın okyanusa bakan tarafındaki ülkeler ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan bambaşka bir görünüm arz ediyor, iç bölgelerdeki ülkeler bambaşka bir görünümdeler. Akdeniz kuşağında bulunan ve Kuzey Afrika olarak nitelenen bölge ise bambaşka kültürel, dini ve etnik özelliklere sahip. Büyük kısmı çöllerle kaplı olan Afrika kıtasında ekonomik, sosyal ve siyasal hayat coğrafyanın kader olduğu gerçeğini yüzümüze vuruyor.
Gerek Akdeniz havzasına komşu
olması gerekse dini ve tarihi bakımdan ortak bağlarla yakınlık duyduğumuz Kuzey
Afrika kuşağı ise ta Turgut Reis’in bölgede yavaş yavaş hâkimiyet kurmasından
bu yana ilgi ve kültür coğrafyamızın sınırları içerisinde bulunuyor. Jeopolitik
ve jeostratejik gereklilikleri bir kenara bırakalım, dini, siyasi ve kültürel
anlamda Fas, Tunus, Cezayir, Libya ve Mısır neredeyse ortak kaderi
paylaştığımız ülkeler kuşağındalar.
Ortak kaderden kastımız, İslam coğrafyasının
Ortadoğu ve Kuzey Afrika ayağını oluşturan bu ülkelerin Türkiye’nin de başına
gelen işgal ve parçalanma süreçlerine maruz kalmasıdır. Osmanlı imparatorluğunu
var güçleriyle parçalamaya azmeden emperyalist güçler, bu süreci hem
Ortadoğu’da hem de Kuzey Afrika’da başlattılar. Hicaz Yarımadasında Şerif
Hüseyin gibi Arap liderlerini Osmanlı’ya karşı kışkırtmaktan imtina etmeyen şer
güçler, daha erken tarihlerde, Mısır’da, Libya’da, Cezayir, Fas ve Tunus’ta
işgal hareketlerine girişerek bölgenin parçalanması için ellerinden geleni
yaptılar. Fransızlar, Cezayir’e, Tunus’a Fas’a, Mısır’a, İtalyanlar, Libya’ya,
yine İngilizler Arap Yarımadasına ve Mısır’a çökmeye kalktılar. Kâh başarılı
oldular, kâh olamadılar. Osmanlı, yıkılmak üzereyken bile bu emperyalist
güçlere karşı bölgede büyük mücadeleler verdi. Mustafa Kemal, Kuşçubaşı Eşref,
Süleyman Askeri, Enver Paşa gibi Osmanlı subayları bölgede direniş
hareketlerini örgütlediler. Söz konusu ülkelerin kendi içlerinden çıkardıkları
mücadele hareketlerinin her birisi ise başka bir kahramanlık hikayesi. Ömer
muhtar, Emir Abdülkadir gibi liderlerin İtalyanlara karşı örgütledikleri
direniş hareketlerinin her birisi ayrı bir kitap konusu.
Modernleşme tarihi bakımından da
söz konusu coğrafyalarla benzer yönlerimiz var. Osmanlı son dönem modernleşme
hareketleri kapsamında özellikle Mısır’da da çeşitli faaliyetler yürütülmüştür.
Bilhassa Kavalalı Mehmet Ali Paşa döneminde Mısır’da yürütülen yenileşme
hareketleri, Türkiye merkezli tecrübe ile benzerlikler gösteriyor. Yine
sömürgeciliğin bir kolu olarak faaliyet gösteren misyonerlik hareketlerinin
yayılması bakımından da benzer girişimlere maruz kalmışız. Tarsus Amerikan
Koleji 1888’de, Beyrut Amerikan Koleji 1866’da kurulmuş. Sömürgeci Fransızlar
ve İspanyollar ise daha erken tarihlerde bilhassa Fas, Tunus, Cezayir kuşağında
çok sayıda okul açmışlar ve çok sayıda misyoneri bölgeye çeşitli maskelerle
yerleştirmişler.
Kuzey Afrika kuşağındaki pek çok
ülkenin demokratik rejime geçmesi, krallık ve diktatörlük yönetimini terk
etmesi oldukça geç tarihlere denk geliyor. Cumhuriyet yönetimi Türkiye’de 1923
yılında kurulurken, örneğin Mısır, bağımsızlığını 1922’de kazanıyor ama
Cumhuriyet idaresi ancak 1953 yılında kurulabiliyor. Libya bağımsızlığını 1947
yılında İtalyanlardan kazanıyor, 51’de krallık oluyor, çok uzun yıllar Kaddafi
idaresinde kalıyor, Mısır’da olduğu gibi adeta tek adam tarafından yönetiliyor.
Tunus ise bağımsızlığını 1956 yılında kazanıyor, Cumhuriyet yönetimine 1957’de
kavuşuyor. Fas ancak 1956 yılında Fransa ve İspanya’dan bağımsızlığını
kazanabiliyor. Cezayir’in ise bağımsızlığını kazanması 1962 yılını buluyor. Ancak
şöyle bir durum var. Her bir ülke çok geç denilebilecek tarihlerde
bağımsızlıklarını kazanıyorlar ama uzun yıllar tek adamlar tarafından
yönetiliyorlar.
Aslında çoğunda cumhuriyet ve
demokrasi sadece kâğıt üzerinde kalan birer ibâreden müteşekkil. Türkiye’de de
benzer şekilde 1950’lere kadar bir tek parti ve tek adam havası hâkim. Aslında
bu noktada Kuzey Afrika’dan daha ileri bir noktada değiliz. Sadece bu ülkeler
bağımsızlıklarını daha geç tarihlerde kazanmışlar. Ancak insanın içini acıtan
bir gerçek varsa o da şu: Evet Osmanlı bakiyesi pek çok devlet ve ülke bir
şekilde bağımsızlıklarını geç de olsa kazandılar ve kendi cumhuriyetlerini
kurdular. Ancak ekonomik, siyasi ve kültürel bakımdan emperyalist güçlerin
erken tarihlerde içimize attığı zehirlerden kurtulamadılar. Kuzey Afrika
kuşağındaki ülkelerde resmi dil Fransızca, İngilizce, İtalyanca oldu.
Türkiye’de Türkçe resmi dil olarak kaldı ama bizde de alfabe değişti. Şimdi
yeni yeni bazı taşlar yerinden oynuyor ve Türkiye kültür ve inanç coğrafyası
üzerinde daha etkin hale geliyor. Özellikle Afrika ile kültürel, dini ve ticari
alışveriş daha da gelişiyor. Şimdi Rusya, Çin, İsrail, Fransa gibi güçlere
rağmen Afrika’da olmanın ve Afrika ile ilgilenmenin tam zamanıdır. Bu hem
tarihsel hem dini hem de jeopolitik bir gerekliliktir.