"Kutsal"ın toplumsal algılanışı
Sosyal medya araçlarının yaygınlaşması ile birlikte bir yandan bilgide otorite, meşruiyet ve otantisite sorunu, diğer yandan merkezsizliğin getirdiği sübjektivite sorunu kendisini net biçimde göstermektedir. Yeni sosyalleşme aracı olarak devreye giren sosyal medya, oluşturduğu popüler dil ile birlikte retoriğin hakimiyetine teslim olmuş görünmektedir.
Dünyada
meydana gelen çoğullaşma ilk planda sonuçladığı merkezsizleşme ile özgürlük
açısından olumlu çıktılar üretiyor görünse de, buradan akan bilgilerin
sübjektif yargıların ötesine geçmeye imkan tanımaması sonucu kalabalıklaşmayı
haklı kılan bir sürece doğru evrilmektedir. Özellikle “paylaşım”lara
baktığımızda, aforizmanın hakimiyeti ile karşılaşırız ki, refere edilen
kişileri niçin ciddiye almamız gerektiği ile ilgili bize ikna edici bir delil
sunmaz. Sadece anlık olarak duygusal acıları dindirip dindirmediği ya da söz
cambazlığı neticede elinizde kalır.
Özellikle
din ve dine dair kavramlara dair yargılara bakıldığında, hiçbir referansa
dayanmayan yargılardan geçilmiyor. Bunlar büyük oranda alanında uzman olmayan,
bir iki tane dini kitap okuyup kendisini “alim” zanneden profillerden
oluşmaktadır. Meselâ; Sünneti tamamen reddeden, tamamını uydurma olarak gören
bir tanımı okumuştum. Nasıl bir mirasın üzerinde oturduğunu bilmeyen bu
mirasyedilerin dünyanın hiçbir dininde olmayan böyle bir serveti
algılayamamaları oldukça ilginçtir.
Bu
konuda en ilginç örneklerden birisi de kutsal kavramı ve dinin bir takım ibadet
ve ritüellerine dair olanlardır. Son dönemlerde “halk islam”ının ibadet ve
ritüel ağırlıklı “kutsal” yüklemeleri ağırlıklı olan islam anlayışını
eleştirerek daha “rasyonel” bir din oluşturma gayreti içine girilmiş
görünmektedir. Elbette Halk İslam’ının eleştirilecek çok boyutu vardır. Fakat
burada en anlaşılmayan mevzunun dinin “ne”liğine dair olduğunu düşünmekteyim.
“Kutsal”
kavramı aslında bütün boyutlarıyla açıklanamayan bir aşkınlığı ifade
etmektedir. Bu sebeple insanlar dünyada muhatap olduğu birtakım fenomenlere
kutsallık yüklemesi yapmaktadırlar. Din de bu anlamda kutsalla direkt
ilintilidir. Meselâ; Durkheim din fenomenini tanımlarken kutsal ve profane
şeklindeki ayrımda dinin kutsal olanla ilintili olduğunu belirtmektedir. Yine
Mircea Eliadede, kutsal yüklemesi yapılan eşyaların artık diğerlerinden
farklılaştığına vurgu yapmaktadır. Nitekim kendisi üzerine kutsal yüklemesi
yapılan su ya da ırmak insanların gözünde diğer sulardan farklılaşarak aşkın
bir anlam kazanır. Kutsala başvuru ve aşkınla ilinti bütün insanların temel bir
niteliğidir. Söz gelimi; Kabe’de bulunan Hacer-i Esved ismi verilen siyah taş,
kutsal bir nitelik kazanmış olup kendisine hürmet edilmektedir.
Kimi
tartışmalarda “kurban” ibadetine dair birçok negatif söylemler
geliştirilmektedir. Bazıları “kurban” fenomenini modern zamanlara
yakıştıramadığı için negatiflemektedir. Bir kere kurban fenomenine baktığımız
zaman, insanlık tarihinin en erken zamanlarından itibaren tüm toplumlarda ve
tüm dinlerde kurban fenomenini görebilmekteyiz. “Kurban”ın bizzat kendisi
insanın aşkınla olan bağını kurmak üzere bir sunak sunmasıdır. Hatta İslam
dininde kurban kelimesi yakınlaşma anlamını muhtevidir. Bu bağlamda insanların
kurban fenomeni olmasaydı, onu icad edeceklerini düşünmekteyim.
Dünyadaki
her şey “rasyonel” sınırlar içinde açıklanabilseydi, zaten dine gerek
kalmayacaktı. Rasyonellik önemli olmakla birlikte insanın dünyayı açıklama
sınırları yetersiz olunca, aşkına olan müracaatı ve metafizik olanı anlatmada
din ve kutsal devreye girmektedir. Geçen yüzyıl boyunca yoğun şekilde kutsalı
aşma teşebbüslerinin sonuç vermemesi, geleceği nasıl kuracağımıza dair ders
çıkarıcı içeriklere sahiptir.