Dolar (USD)
34.00
Euro (EUR)
37.86
Gram Altın
2822.55
BIST 100
9577.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

01 Haziran 2024

Kutsal yeşil

“Kutsal yeşil” kavramsallaştırmasını iki boyutlu bir anlam dünyası içinde kullanmaktayım. Birincisi, Allah’ın yarattığı ve insana emanet ettiği tabiat içeriğiyle. İkincisi de, Almanya başta olmak üzere Avrupa’da “yeşil”in kazandığı önem ve seküler içeriklerle de olsa muamelede kazanmış olduğu kutsallık.

Geçen hafta Almanya’nın üç şehrini gezme imkanı buldum. Daha önce de Avrupa’nın farklı ülkelerini ve Almanya’nın farklı şehirlerini gezmiştim. Tüm bu gezilerde dikkatimi çeken birbiriyle ilintili iki nokta var. İlki, yeşil ve ormanların çokluğu. İkincisi bununla bağlantılı olarak yağmurun bol olması. Aslında o kadar yeşile yağmurun yağmaması mümkün değil. Yani Allah’ın tabiata yerleştirmiş olduğu ilkeler işliyor.

Avrupa’ya yıllar önce gezi yapmadan evvel iki ezberim olduğunun farkına varmıştım. İlki, Batı’da modernleşme sürecinde zihniyet dönüşümüne paralel olarak Francis Bacon ile başlayan tabiat üzerine egemen olma tavrını gösteren tabiata müdahale etme. Doğrusu S. Hüseyin Nasr “İnsan ve Tabiat” kitabında bu zihniyet dönüşümü üzerine dururken, İslam’ın Allah dolayımlı olarak nesnelerle ilişkisi bağlamında tabiatla daha sağlıklı ilişki kuracağını vurgulaması bu konuda müslümanların daha iyi olduğunu ima etmekteydi. İkincisi, ülkemizde “yeşil”in daha çok olduğunu zannediyordum. Fakat Batı’ya olan yolculuklarım bunun böyle olmadığını gösterdi. Zaten bu durum istatistiklerden de anlaşılacaktır.

Müslümanlar çoğu zaman Batı’ya dair konuşurlarken, orada ahlakın tefessüh ettiğini ifade eden cümleler kurarlar. Çoğunlukla buna gerekçe olarak aile hayatı ve serbest yaşamı gösterirler. Belki bu minvalde kurulan bazı cümlelerin haklılığı bulunmaktadır. Fakat hayatın çok farklı alanları dikkate alındığında, yine bazı ezberlerin olduğu gerçeği karşımıza çıkacaktır.

İslami bir perspektiften yaklaşıldığında, haklar ve yükümlülükler üç temel kategori içerisinde değerlendirilir. Bunlar, Allah-insan, insan-insan ve insan-tabiat ilişkileridir. Müslüman toplumlarda Allah-insan ilişkilerinde Allah’a yönelik yükümlülüklerde büyük oranda ibadetler öne çıkarılmaktadır. Elbette ibadetler bu yükümlülüklerin önemli bir parçasıdır. Fakat yerine getirilen her bir ibadetin diğer yükümlülükleri zayıflatması ya da iptal etmesi gibi bir zihniyet söz konusu olamaz. Fakat oluşan dini jargonda kısa yoldan cennet vaadi söylemleri kimi zaman başlı başına amaç haline gelmiş bir ibadet anlayışına işaret etmektedir. Halbuki ibadetler insanı tekemmül ettiren araçlar olarak görülmelidir. Üstelik de oldukça geniş kapsamlı bir içeriğe sahip olan ibadet kavramı, insanın meşru tüm faaliyet alanlarını ihtiva etmektedir.

İkinci boyut, insan-insan ilişkisidir. Çoğunlukla kamusal ilişkilere tekabül eden bu boyutun da müslüman toplumlarda zayıfladığı görülmektedir. Allah kendisine karşı işlenen kusurları affedebilmektedir; fakat kamusal haklar, ilgili insanların helal etmesine bağlıdır. Dolayısıyla insan-insan boyutlu kamusal ilişkiler en hassas olunması gereken yükümlülüklerdendir.

Esas konumuzla ilgili üçüncü boyut; insan-tabiat ilişkisidir. Çoğu zaman tabiat bir nesne olarak görüldüğünden önemsenmez ve hatta canlı bir muhatap olmadığından orada her türlü tasarrufun yapılabileceği düşünülür. Fakat tabiat üzerine yapılan gelişigüzel tasarruflar, uzun vadede yağmur, toprak, mahsul, yaşanabilir çevre açısından sorunlara sebep olurlar. Dolayısıyla insanlar tabiata yönelik “elleriyle işledikleri” yüzünden birçok mahrumiyetler yaşarlar.

O zaman müslüman toplumlarda henüz İslam’ın hak ve yükümlülüğe dair temel perspektifi insanlar tarafından kuvvetle içselleştirilmemiş görünmektedir. Dolayısıyla teorisi bol ancak pratiği pragmatizme yenilmiş bir durum hakimdir.