Kutsal sopayla dövmek
İçinde yaşadığımız süreci gözlemlerken, özellikle sosyal medyada kullanılan dil üzerinden analiz yapıldığında, sorunların nereden uç verdiği görülebilmektedir. Fakat soru(n) sadece koronavirüs değil, gündem olan her konuda benzer dillerin arz-ı endam ettiğini görmekteyiz. Ben bu diller üzerinden toplumda nasıl bir ufuk üretildiği ile ilgilenmekteyim. Peşinen söyleyeyim ki, her ne zaman bir konuda gündem oluşsa, kullanılan dil beni her seferinde entelektüel inşa ve ufuk konusunda hayal kırıklığına uğratıyor.
Öne çıkan birinci dil, ciddi anlamda kutuplaştırıcı hüviyete sahip. Bu dil, hangi ideolojik ya da dini aidiyet içinden konuşuluyorsa, diğerini ötekileştirici bir mahiyet taşıyor. İkincisi, bu tavır daha da ileri giderek hakaret, sövgü ve itibarsızlaştırmaya kadar giden bir dile varıyor. Üçüncüsü de, kendi ideolojisi, dini çerçevesinde geliştirdiği söylemin diğeri üzerinde bir sopaya çevrilmesi. Büyük oranda bir dogmatizmin yansıması olarak ortaya çıkan bu tavırlar, hakikat tekelciliğinden beslenmektedirler.
Bir kısım dindarlar insanların başına gelen şeyler konusunda ilginç bir tavır gösteriyorlar. Bir kere tüm bu olayları dini doğrulamak üzere bir söylem olarak devreye sokuyorlar. Tabii burada “dindar” ile din arasında hiçbir ayrım yapmaksızın, Tanrı’nın galibiyeti hükmen dindarların da galibiyeti sayılıyor. Buna göre dindarlar Tanrı’nın arkasına sığınarak söylem üretiyor ve nihayetinde Tanrı’nın sopasıyla diğer insanları dövüyorlar. Diğer ideoloji ve dünya görüşü müntesipleri de benzer tavırlarla, kendi kutsal sopalarını kullanıyorlar. Bu tavır, mahallede bir takım çocukları adam etmek üzere, abisini ya da mahallenin en güçlü adamını çağırarak onları korkutmaya benziyor. Bir noktadan sonra dindarlar da Tanrı adına konuşan ve ona vekaleten iş yapan kişilere dönüşüyorlar.
Peki burada problem nedir? Problem bazı insanların bir meseleyi ortaya koymak hususunda kendi imkan ve potansiyellerini sıfırlamaları. Farklı ideoloji ya da dine aidiyeti olan insanlar arasında avantaj ve dezavantajları eşitlediğimizde ya da sıfırladığımızda (yani herkesten sadece kendi potansiyellerini kullanmalarını istediğimizde), nasıl bir dünya inşa edeceksin sorusuna en tatmin edici ve mümkün dünyaların en iyisini sistematik olarak ortaya koyma çabası üzerinden bir “makbul”lük üretilmelidir. Yoksa her halükarda garantili bir galibiyetin güce dayalı metafiziği insana bir rahatlık verse de, ondan bütün yeteneklerini alıp götürür. Bir başka deyişle bu durum, dindarlar için kendi potansiyellerini işletmemek suretiyle zihinsel atıllığa maruz kalmak demektir. Diğer ideolojiler için de benzer durum geçerlidir. Onlar da kendi kutsallarına yaslanarak, kendi potansiyellerini berhava etmektedirler.
Tüm bu dil ve anlayışlardan acaba nasıl bir ufuk çıkmaktadır? Birincisi, buradan düşünce hayatına katkısı olacak bir “konuşma”, “müzakere” ve “tartışma” değil, hamaset, popülizm ve taraftarlık üretilmektedir. Açıkçası müslüman toplumların buradan bir çıktı üretmeleri söz konusu olmadığı gibi ciddi bir enerji kaybı da söz konusudur. Fakat altlarındaki entelektüel boşluğun farkına daha ileride varacaklardır. İkincisi, bu dil ve anlayışlar müslüman toplumların düşünsel anlamda ihtiyacı olan yapısal reformları üretebilirler mi? Maalesef böyle bir şey pek mümkün görünmüyor.
Burada dile getirdim tavırlar, görebildiğim kadarıyla tüm din, ideoloji ve dünya görüşleri içinde bir yaygınlık arz ediyor. Dolayısıyla sorun genel.