'Kusurlu Demokrasi' ve ABD Seçimleri
ABD Başkanı Donald Trump “Daha bitmedi” dese de rakibi Jeo Biden Amerika’nın 46. Başkanı olduğunu ilan etti:
“Amerika, büyük ülkemize liderlik etmem için beni
seçtiğin için onur duyuyorum. İşimiz zor olacak ama size söz veriyorum, bana oy
versin vermesin tüm Amerikalıların Başkanı olacağım. Bana olan inancınızı
koruyacağım…”
Biden’ın bu açıklamasına cevap olarak Trump:
“Oylar hukuki bir şekilde sayılırsa, ben kazandım… Bu
seçimi büyük bir farkla ben kazandım. Bu seçim bitmekten çok uzak…" diyerek
sonuçları kabul etmediği yönündeki pozisyonunu değiştirmediğini ifade etti.
Amerika’da bunlar yaşanırken dünyada da kafa karışıklığı
yaşanıyor. Mesela İngiltere’de stadlarda, “Dünya biliyor, Trump kazandı”
pankartının açılıyor olmasının bir anlamı vardır.
Bütün bunlar şunu gösteriyor:
Amerika’da başkanlık seçimleri sağlıklı yapılamıyor. Seçim sistemi
ve oy verme işlemindeki çeşitlilik seçimlerin manipüle edilmesine fırsat
tanıyor. Trump 2016’da seçilirken demokratların, “Seçimlere Rusya’nın
müdahalesi var” ithamları boşuna değildi, seçim sisteminin oluşturduğu
boşluklar “güçler” tarafından manipüle edilebiliyor.
Oğul Bush’on 0,05 ile kazandığı! seçimleri hatırlayın,
tabirimi mazur görün katil Bush’a o seçimi kazandıran seçmen ya da delegeler
değil, savaşçı, işgalci derin güçlerdi. Ama on milyonlarca Amerikalı bu adaya
oy vermeyi ibadet saydı.
Amerikalılar için Alexis de Tocqueville’in dediği “Demokrasiyi
ahlakileştirme” tezi yerlerde sürünüyor. Tocqueville bu tespitinin
üzerinden 170 yıl geçti, artık Amerika o Amerika değil.
Bakınız;
Jeo Biden, ilk kez 1988'de başkanlığa adaylığını koymuştu.
Demokrat Parti içindeki adaylık yarışında, o dönem
İngiltere İşçi Partisi lideri olan Neil Kinnock'un bir konuşmasından çalıntı
yaparak halka hitap ettiği ortaya çıkınca, adaylıktan çekildi.Bunun adı
hırsızlıktır, ayıptır ve utanç verici bir durumdur.
Ayrıca Biden için, ahlaka mugayir enva-i çeşit şeyler
söylendi, kameralara yansıyanlardan tiksinmemek mümkün değil, ama Amerikalılar
için ikrah bellediğimiz bir şeyin (Monika meselesinde de görüldüğü gibi) hiç de
kerih görülmediği de Amerikan gerçeğidir.
Amerikan halkı “istisna” diyenleri yabana atmamak
lazım çünkü gerçekten de dünyada müstesna bir yerde duruyor. Bu “istisna”
maalesef 1830’lu yılları Amerika’da geçiren Alexis de Tocqueville’in,“Amerikalılar
din aracılığıyla demokrasiyi ahlakileştirme ihtiyacı duyduklarını bizzat
davranışlarıyla gösteriyorlar…”dediği Amerika’dan uzakta bir “istisna”dır.
Gerçi başta da ahlak-din-demokrasi Amerikalıların umurunda
olduğu kanaatinde değilim. Tocqueville Katolik-Protestan-Ortodoks kavgasının
yaşandığı Avrupa’ya mukayese ederek hüsnü zanda bulunmuş olabilir. Yoksa
Amerikalılar göçtükleri Avrupa’nın profan anlayışını Amerika’ya da aynen
taşımışlardı.
Gelin Tocqueville’den söz etmişken onun 1931-1940 yılları
arasında çalışmalarda bulunmak üzere yaşadığı Amerika’da Amerikalılar için
yaptığı bir tespiti birlikte okuyalım:
Birleşik Devletler sakini bu dünyanınmülklerine, sanki
hiçölmeyecekmiş gibi bağlanır. Kendi eriminde olan şeyleri ele
geçirmekiçinöylesineçok aceleeder ki yaşamdan zevk almadan önce her an ölecek
olmaktan korkuyormuşgibidir. Her şeyi yakalar, ama onları sıkıca tutmaz, hemen
sonra yenihazların peşinden koşmak için elindekileri bırakır.
Bir insan, Birleşik Devletler’de, son yıllarını
geçirmekiçinözenle bir ev inşaeder, ama hemen sonra daha çatısını
yerleştirirken onu satar; bir bahçeye meyve sebze eker ama hemen ardından sanki
bunların ürünlerini tatmış gibionu kiraya verir; bir tarlayı ekime hazır hale
getirir ama hemen sonra hasadıelde etme işini başkalarına bırakır. Bir mesleği
icra eder ama sonra onubırakır. Bir yere yerleşir ama kısa bir sure sonra
değişen isteklerini tatmin etmekiçin başka yere gider. Özel yaşamı ona biraz
rahatlık sağladığı anda siyasalkasırgalara dalar…
Nihayetinde ölüm, kapıyı çalar ve hiç elde edemediği
eksiksiz bir saadetinpeşinden boşuna koşmaktan sıkılmadan önce onu durdurur.
İşte Amerikalı.
Bu Amerika’da “Kusurlu Demokrasi” olmaz mı?