Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Kuşlara öğrenci olmak

Dünyada tek başına yaşadığımız ve her şeyin bizi tatmin etmek için var olduğu şeklindeki yanılgıdan kurtulmalıyız. Doğadaki hayvanlarla, bitkilerle, ağaçlarla, sularla, ormanlarla aynı ekosistemi paylaşıyoruz. Doğadaki bütün canlıları eşit varlıklar olarak görüp onlara karşı sorumluluklarımızı yerine getirmek zorundayız. İnsanların kendilerine karşı yapmış olduğu kıyımlardan ve kötü muamelelerden dolayı birçok hayvan türü, hayatını sürdüremez duruma gelmiştir. 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü, hayvanlarla olan ilişkimizin doğasını radikal bir şekilde sorgulama ve değiştirme konusunda bilincimizi yenilememize ve farkındalık oluşturmamıza vesile olmalıdır.

Hayvanlarla insanların kurduğu ilişki, bir vahşet ilişkisidir. İnsani vahşet sonucunda yaban hayvanları av adı altında öldürülmekte, develere ve boğalara güreş adı altında ilkel gösteriler yapılmakta, binlerce kedi ve köpek telef edilmekte, evde hobi diye beslenen hayvanlar bir süre sonra ölüme terk edilmekte, horozlar ve yunuslar öldürülmekte ve anlamsız ritüeller uğruna birçok hayvanın soyu kurutulmaktadır. Bir köpeği yakın dost edinen Arthur Schopenhauer, “Hayvanlara karşı acımasız olan, iyi bir insan olamaz” demektedir. Schopenhauer, insanların hayvanlara merhametle yaklaşmaları gerektiğine vurgu yapmaktadır. Hz. Muhammed, “Canlı hayvanlara eziyet edene lanet olsun” diyerek hayvanlara karşı işlenen vahşeti reddetmektedir. Hayvanlara merhametle muamele etmek, insanın ahlaki sorumluluğudur. İnsanlar, hayvanlarla vahşet olarak niteleyebileceğimiz her türlü ilişki biçimini değiştirmelidirler. Hayvanlarla vahşet değil, merhamet üzerinden yeni bir ilişkinin kurulmasına ihtiyaç vardır.

Hayvanlar bizi eğlendirmek için var olan nesneler değildirler. Hayvanların da bizim gibi yaşama hakları vardır. Hayvanat bahçesi adı altında hayvan hapishaneleri kurmak, sirk gösterileri düzenlemek, hayvanların hayatlarını ve özgürlüklerini ortadan kaldırmak anlamına gelmektedir. Bütün hayvanat bahçeleri kapatılmalı, hayvanlar kendi doğal habitatlarında yaşamalıdırlar. Hayvanları, zevk ve eğlence aracı olarak görmek şeklindeki tehlikeli yanılgıdan kendimizi kurtarmalıyız.Hayvanlar, insanın zevk ve eğlence oyuncakları değildirler. Hayvanlar, acı çeken canlılardır. Gerekçesi ne olursa olsun hiçbir insanın, hayvanlara eziyet etme ve acı çektirme hakkı bulunmamaktadır.

Assisi’li Francis’in hayvanlara yönelik geliştirdiği teoloji büyük değere sahiptir.Doğayı Tanrı’nın aynası olarak düşünen Francis, bütün hayvanların insanların kardeşleri olduğunu söylemektedir. O, hayvanları muhatap alarak konuşmanın değerine inanan bir kişiydi. Assisi teolojisinin merkezinde doğayı ve hayvanları korumanın insanın asli ahlaki sorumluluğu ve görevi olduğu düşüncesi vardır.

Kürt alim ve filozof Feqiye Teyran’ın hayvanlarla kurduğu ilişki, çok özeldir. Feqiye Teyran, küçük yaşlardan itibaren doğa, hayvan ve kuş sevgisiyle büyümüştür. Feqi öğrenci demektir. O, hep öğrenmenin peşinde olduğu için Feki ismini almıştır. Kuşların peşinden gittiği ve kuşlarla konuştuğu için Kuşların Öğrencisi anlamına gelen Feqiya Teyran ismiyle meşhur olmuştur. Yüz yıllar sonra Yaşar Kemal, Karınca'nın Su İçtiği isimli büyük eserinde Feqiye Teyran’ın kuşlarla kurduğu ontolojik, metafiziksel ve manevi ilişkiyi şöyle anlatmaktadır: “Yarı uykuda yarı uyanık dalmışken kulağına bir kuş sesi geldi, uyandı. Sesi duyar duymaz içine bir sevinç geldi oturdu. Sevincin esrikliğine kaptırdı kendisini. Kuş bir daha öttü, mutluluk içine gömüldü. Kuşun üçüncü ötüşünde göklere uçtu. Üstündeki kuşlar da ötmeye başladılar. Mutluluk cennetine girdi, ölümsüzlüğe kavuştu. Bütün bedeni mest oldu. Şimdiye kadar böyle bir mutluğu, esrikliği, tadı hiç yaşamamıştı. Kendinden geçmiş, başka bir dünyada gözünü açmıştı. Bu ses o kuşun sesiydi. Kuş birkaç kez daha üst üste öttü. O artık kendinde değildi. Şimdiye kadar insanların görmediği, bilmediği tanrısal bir semah tutturdu, dönmeye başladı. Öylesine esriklik, sevinç içinde, hiç yaşanmamış bir cennette yaşıyordu ki, bir ömür böyle dönebilirdi. Seher yelleri esti, gün ışıdı ışıyacak, gökten bir hışıltı koptu. Fakî daha dönüyordu, az sonra önüne ışıktan bir kuş kondu. Fakî kuşa bakar bakmaz gözlerini kapadı, ışığın karanlığı taş gibi üstüne çöktü. Kendine geldiğinde gün doğmuş, vakit kuşluğa erişmiş, kuş da uçmuş gitmişti.”

Kuşlara öğrencilik yaparak hak ve hakikatin peşinden koşan Feqiye Teyran örneğinden hareketle, kalbimizi, maneviyatımızı, duygumuzu, ruhumuzu ve vicdanımızı kuşlara, balıklara, kuzulara, köpeklere, kısacası bütün hayvanlara açmayı öğrenmemiz gerekmektedir. Hayvanlara merhamet etmek önemlidir, fakat yeterli değildir. Hayvanları yol gösterici kabul edip onlardan öğrenmeyi öğrenmemiz lazımdır.

Hayvanlar, duymayan ve düşünmeyen varlıklar değildirler. Hayvanların kendilerine göre duyguları, düşünceleri ve dilleri vardır. Hayvanlar, acı çeken ve duyan canlılardır. Duyan, konuşan, ve acı çeken varlıklar olarak hayvanların, hakları vardır. Ahlak ve hak merkezli olarak hayvanları korumalı ve onların yaşam hakkı başta olmak üzere bütün haklarını korumak, insanlığın asli görev ve sorumluluğudur.