Kurumlara Yazık Oluyor
Kurumlarımızın enerjisi heba oluyor. Kimi zaman maalesef yetenekli insan kaynağı ıskartaya çıkarılıyor. Tahsil görmüş, tecrübeli, dürüst ve ehliyet sahibi insanlar dışlanıyor, yerlerine hemşehricilik, akrabalık, particilik potasına girmiş bir takım kifayetsiz insanlar getiriliyor.
Kurumdan kastım sadece devlet kurumları değil. Şirketler,
vakıflar, dernekler, medya kuruluşları ve başka yapılar da zikrettiğim kurumların
içerisinde. Devlet elbette millete hizmet eden bir üst organizasyon olarak
önemli ama iş sadece devlet kurumları ile bitmiyor. Yani liyakat sadece devlet
kurumlarında aranmamalı. Özel sektör, sivil toplum ve medya merkezlerinde de
liyakat ve dürüstlük temel ilke olmalı.
Devlete adeta bir virüs gibi sızan nepotizm, partizanlık ve
hemşehricilik, hatta cemaatçilik hastalığı toplumda adalet ve hakkaniyet
duygusunu zedeliyor. Yakınını kayırmanın sevap olarak algılandığı bir ortamda
haklı olan değil, sosyal, siyasi ve iktisadi açıdan güçlü olan gemisini
yüzdürüyor. Böylece haklının değil güçlünün hukuku öne çıkıyor. Hak kavramı
yara alınca kardeş kavramlardan olan adalet duygusu da yaralanıyor.
1970’li yıllardan sonra kırsal kesimden büyükşehirlere
yaşanan göç esnasında örneklerini bolca gördüğümüz hemşehri dayanışması, 40-50
yıl sonra çevrenin siyaseten merkeze yürümesiyle birlikte, yani sıradan Anadolu
insanının yerelde ve merkezde iktidar gücüyle buluşmasından sonra iş banal bir
hemşehri kayırmacılığına ve tuhaf bir nepotizme dönüştü.
“Akrabayı gözetmek sevaptır” anlayışının çarpıtılmış ve
menfaat şebekeciliğine dönüştürülmüş bir çeşidi olan nepotizm, ister özel
sektörde, ister kamuda olsun kurumların enerjisini tüketiyor. “Benden olan
haklıdır”, “benden olan güçlüdür” anlayışı “iş odaklı” bir bakış açısı yerine
temelsiz ve gayri meşru bir dayanışma eblehliğine evriliyor. İşini doğru ve
kaliteli yapmayanlar işini düzgün yapmaya yeltenenlere galebe çalıyor.
“Toprağım olsun da çamurdan olsun” hemşehriciliği ise
kalite, gelişim, ahlak ve ilerlemeye dayalı bir anlayış yerine birbirinin
çıkarını kollayan ama iş kalitesi düşük bir insan topluluğunun türemesine
sebebiyet veriyor. Böylece kurumların çözüm bekleyen sorunları dağ gibi büyüyor
ve bir süre sonra kurumlar problem yumağına dönüşüyor. Küçük bir iş gören
kitlesi üç beş bencil yüzünden kurumların devasa iş yükünü göğüslemek zorunda
kalıyor. Çoğunluk el ense yapıp keyfine bakıyor, minik bir azınlık iş yükünü
omuzlamak zorunda kalıyor.
Elbette akrabayı gözetmek dinimizce sevap olarak görülmüş ve
emredilmiştir ama akrabaya haksız çıkar sağlamakla dinin emri aynı şey
değildir. Elbette insanın çevresine, yakınlarına, hemşehrilerine faydalı olması
sevaptır ama bunu hak ve adalet terazisinin dengesiyle oynayarak yaparsanız iş
sevap olmaktan çıkar büyük bir günaha ve vebale dönüşür.
Hele de devlette nepotizm ve hemşehricilik daha tehlikeli
sonuçlar doğurmaktadır. Belli bir akraba ya da sülale çevresinin devletinin
çeşitli kadrolarında yoğun biçimde yer alması ya da belli bir hemşehri
çevresinin belli kurumlarda haksız şekilde yığılması, devlet mekanizması
dışında kalan ama yeterliliği olan başka kesimlerin bir süre sonra rahatsızlık
duymasına ve adalet duygusunun yara almasına sebebiyet verir.
Bugün için önemsemediğimiz bazı küçük problemler yarın
kartopu etkisiyle büyür ve altından kalkılamaz neticeler doğurur. İster özel
sektörde, ister sivil toplumda, isterse devlet kurumlarında olsun yukarıda
zikretmeye çalıştığımız hususlarda özenli davranmak gerekir. Zira hiçbir güç
baki değildir. Galip olan yalnızca Allah’tır. Her daim adalet terazisini doğru
işletmek zorundayız.