Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
28 Ekim 2023

KURULUŞ DESTANI

Bizim mâzimiz; önce dünyaya, sonra dünyadan ukbaya uzanan bir göçle başlar...

Oğuzların Bozok koluna mensup Kayılar, Cengiz Han’ın Orta Asya’daki istilâsı üzerine 13. yüzyılda Türkistan’dan dağlardan inen sel gibi Büyük Selçuklu Devleti’nin hüküm sürdüğü Horasan bölgesine göçerler. Selçuklu’nun gölgesinde yaylaklarda, boy boylayıp, soy soylarlar. “Ebu’l-Feth” (fetihler babası) Anadolu Fatihi Alparslan’a omuz verip cenk ederek Anadolu’ya girerler. Kimsenin boyunduruğu altına girmeden kendi kaderlerini kendileri çizerler.

Kayı Beyi Süleyman Şah’ın kahramanlıkları dilden dile, gönülden gönüle dolaşmaya başlar. Yıllarca Erzurum’da, Erzincan’da, Ahlat’ta yaylayıp kışlarlar. Süleyman Şah, Eyyubîlerin daveti üzerine Haçlılarla çarpışmak üzere Halep’e doğru yola çıkar. Fakat Caber Kalesi yakınlarında Fırat’ın azgın sularına kapılarak boğulur. Süleyman Şah’ın (1178 -1227) vefatı üzerine Kayıların dirliği ve birliği bozulur. 70 bin çadırlık nüfus, 50 bin kişilik savaşçı ordu tarumar olur.

Türkmen ve Tatarlar Şam’a, Sungur Tigin ve Gündoğdu Türkmenistan’a, Ertuğrul Bey ise 400 çadır, kardeşi Dündar ve annesi Hayme Hatun ile Erzurum’a göçer. Ertuğrul Bey’in daralıp bunaldığı günlerde imdadına Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı Alaeddin Keykubat yetişir. Kayılara, Söğüt vilayetini kışlak, Domaniç ve Ermeni Beli dağlarını yaylak eyler. Selçuklularla birlikte gazadan gazaya, zaferden zafere koşan Kayılar, önce Ankara’yı, sonra da ulu bir çınar gibi kök salacakları Söğüt’ü yurt tutar. Ertuğrul Gazi(d.1188)1281 yılında, 90 yaşında burada vefat eder.

***

Babasının vefatından sonra Kayıların başına 23 yaşındaki Osman Bey geçer.

Osman Bey; dürüst, cesur, adaletli, yedirip giydirmeyi seven, ata binmekte, kılıç kullanmakta ve savaşmakta çok mâhirdir.

Ertuğrul Gazi, ömrü boyunca hocası ve mürşidi Şeyh Edebali’yi rehber edinmiş, onun manevî rehberliğinde kemâle erişip aşiretinin başına geçmişti.

Osman Bey de, siyasî ve dinî bakımdan Anadolu’nun en itibarlı ve nüfuzlu şahsiyetlerinden olan Ahî Şeyhlerinden Edebali’yi Eskişehir Sultanönü’ndeki dergâhında sık sık ziyaret ediyor, duasını alıyordu.

Bir gün yine Şeyh Edebali’ye misafir olmuş, onun sohbetiyle sıkıntı içinde olan ruhu huzura ermişti. Akşam olduğunda ise odanın duvarında asılı bulunan Kur’an’a saygısızlık olmasın diye ayağını uzatmayıp oturduğu yerde öylece uykuya dalmıştı. Rüyasında, Şeyh Edebali’nin göğsünden çıkan ayın yükselerek hilâl şeklini aldıktan sonra, bir ucunun kendi göğsüne girdiğini, kendisi ile Şeyh Edebali arasından çıkan bir fidanın çınar haline geldiğini, bu çınarın dallarının üç kıtaya yayıldığını ve birçok milleti gölgesi altına aldığını gördü.

Ruhunun rüya âlemini gezdiği uçsuz bucaksız coğrafyada bir taraftan ezan-ı Muhammedî okunuyor, diğer taraftan bülbüllerin Kur’an-ı Kerim tilâveti arş-ı âlâya yükseliyordu. Semâ ise gül bahçesine dönüşüyordu.

Osman Bey, rüyasında bu güzel manzaraları büyük bir hayranlıkla seyreylerken, aniden bir ceylanın ortaya çıktığını gördü. Batıya doğru kaçmaya çalışan ceylana ok atmak üzere nişan alırken uyandı.

Abdest alıp, huzuruna çıktığı Şeyh Edebali’ye gördüğü rüyayı heyecanla anlatmaya başladı. Anlatılanlar karşısında şeyhin yüzündeki tebessüm, gözlerindeki parıltı çoğalıyordu. Zira Şeyh Edebali, kalp gözüyle bu rüyanın sırrına vâkıf olmuştu.

Osman Bey sözlerini bitirdikten bir müddet sonra Şeyh Edebali konuşmaya başlıyordu: “Ey oğul müjdeler olsun!.. Gaibi ancak Allah bilir. Lâkin gördüğün bu rüyada büyük hayr var. Cenab-ı Hak sana ve soyuna saltanat nasip edecek. Dünya, oğullarının himayesine girecek. Benim zürriyetimden bir kız ile evleneceksin. Bu izdivaçtan doğanlar, senin kuracağın ve giderek büyüyecek olan büyük bir devletin başına geçecekler. Bu devlet de Batı’ya doğru genişleyecek…” (Osmanlı tarihçisi Âşıkpaşazâde)

*

Şeyh Edebali’nin tâbir ettiği rüyanın üzerinden uzun bir süre geçmeden Osman Bey, şeyhin kızı Bâlâ Hâtun ile evlendi. Bu izdivaç, iktisadî ve fütüvvet erbâbını Osman Gazi’nin etrafına topladı. 624 yıl dünyayı hidâyet ve İ‘lây-ı Kelimetullâh cehdiyle nûrlandıracak, nizâm-ı âlemi sağlayacak Devlet-i Âl-i Muhammedî olan Osmanlı Devleti’nin manevi temeli atıldı.

Osman Gazi, Bizans’a karşı genişleme siyasetini uygulayarak, İnegöl, Karacahisar ve Yarhisar’ı ele geçirdi. Bölgenin en önemli merkezlerinden olan Bilecik’i alarak, burayı 1299’da beyliğin merkezi yaptı. Böylece Osmanlı Devleti kurulmuş oldu.

Her şeyin sahibi Allah, kendini yoluna adayan Osman Gazi’ye devlet verdi. Ulu çınar Bilecik’te kök salıp, dalları serhat beldesi Edirne’ye kadar uzandı. Bursa’da vefat eden Osman Gazi (1258-1326) arkasında bir devlet, 8 çocuk, bir at zırhı, bir çift çizme, birkaç tane sancak, bir kılıç, bir mızrak, bir tirkeş, birkaç at, üç sürü koyun, tuzluk, kaşıklık ve en önemlisi de şöhreti çağları aşacak örnek bir miras bıraktı.

Her şeye kâdir olan Allah (c.c.), Osman’a Orhan’ı, Orhan’a Birinci Murad’ı, Birinci Murad’a Yıldırım Bayezid’i, Yıldırım Bayezid’e Birinci Mehmed’i, Birinci Mehmed’e İkinci Murad’ı, İkinci Murad’a ise çağ kapatıp açan Mehmed’i verdi. Cihan Sultanı Fatih Sultan Mehmed, ulu çınar Devlet-i Âliye-yi Osmâniyye’ye bende olup bizlere müjdeli şehir İstanbul’u bıraktı...

Osman Bey’in kurduğu ulu devlet etrafında “boy boylayıp, soy soylayan” kutlu nesil, İlâyı Kelimetullah’ı hakim kılmak için gazâdan gazâya koştu. Haçlı ordularını perişan eden, Bizans İmparatorluğu’nu yeryüzünden silen Türklere karşı bâtılın kin, nefret ve hıncı hiç bitmedi.

*

3 kıta 7 iklimde 624 yıl hüküm süren koskoca Osmanlı, 1768-1774’te Rusya ile savaşta mağlubiyeti sonrası önemli toprak kayıplarıyla zafiyete düşmesi sonucu “Hasta Adam” ilan edildi. Arkasından 7 düvel, 7 cephede “bâtıl”ın sırtlan sürüleri tarafından kuşatıldı. Dünyayı sömürmek için güç birliği yapan İtilaf Devletleri’nin kuşatmasını bertaraf etmek için Kafkas, Irak, Filistin ve Sina, Yemen ve Hicaz, İran, Galiçya, Balkan ve Çanakkale Cepheleri’nde âdeta mahşer yaşandı.

Hele Birinci Dünya Savaşı’nın (28 Temmuz 1914 -11 Kasım 1918) en şiddetlisinin yaşandığı bir Çanakkale Cephesi vardı ki, burada yaşanan mahşeri Âkif şöyle özetler: “Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i… / Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. / Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? / “Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın. // Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, / Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.”

Biz özgürlüğümüze bedel olarak sadece bu cephede 57 bin 84 canımızı feda ettik.

Kafkas, Irak, Filistin ve Sina, Yemen ve Hicaz, İran, Galiçya, Balkan Cepheleri’ndeyaşananlar da Çanakkale’den farklı değildi. Trajedilerle dolu “Osmanlı’yı paylaşma” savaşında 240 bin civanmerdimiz esir düşerken, 3 milyon canımız da şehadet şerbeti içti. Bu cephelerde bir nesli, dahası hâfızamızı kaybettik.

*

Cihan Devleti Osmanlı, İttihat ve Terakki idaresi altında çöküp, “imâmesi kopmuş tesbih taneleri” gibi darmadağın olup gitti. Kâbus nöbetlerinin ardından, kutlu rüyadan uyandık. 624 yıllık bir medeniyetin çöküşünün ardından; önce Filistin, sonra Evlad-ı Fatihan daha sonra da “Millet-i İslâmiye ve Ümmet-i Muhammediye” yetim kaldı. (Başsız, sahipsiz kalan Evlad-ı Fatihan dün Bosna’da Sırpların soykırıma tabi tutuldu, bugün ise Gazze’de aynı kaderi paylaşan Filistinliler Siyonistlerin saldırıları ile mahşerî yaşıyor.)

***

Dünyanın Türk milletinin üzerine çullandığı bu kirli savaşın sonunda, Osmanlı oldubittilerle masaya oturtulup âdeta yavaş yavaş teslim alınmaya başlandı. Fakat pes etmeyen Türk milleti, Kurtuluş Savaşı ve verdiği millî mücadele ile yokluk–varlık savaşını kazanarak, Osmanlı’nın yıkılışıyla yerine 29 Ekim 1923’te ikâme edilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, vesayetçilerin köleleştirmek için kurdukları bütün oyun ve desiseleri bertaraf ederek “ya istiklâl, ya şehadet” şiarından asla ödün vermedi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmayı başardı.

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, 29 Ekim 1923’te Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda (1921 Anayasası) yaptığı değişiklikle, devletin yönetim biçimini Cumhuriyet olarak ilân etti.

*

Kuruluşunda 5 bin 631, Fatih Sultan Mehmed döneminde 2 milyon 214 bin, Yavuz Sultan Selim döneminde 6 milyon 557 bin, Kanunî Sultan Süleyman döneminde 14 milyon 983 bin kilometrekare toprağa sahip olan Osmanlı Devleti, 1914 yılına gelindiğinde ise 2 milyon 171 bin kilometrekareden 783 bin 562 kilometrekareye düşürülen Türkiye, içine ve etrafına ekilen fitne ateşlerine rağmen hâlâ dimdik ayakta. Tam bir asırdır.

Ey Yüce Rabbimiz!.. Bizleri vatansız, Kur’an’sız, ezansız, bayraksız bırakma. Umutlarımızın azaldığı anlarda bize inşirah ver. Birliğimizi, dirliğimizi ve kardeşliğimizi daim eyle.

*

Yarın Cihan Devleti Osmanlı’nın küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. Yılı. Bize bu vatanı yurt kılan herkese minnettarız. İ’lây-ı Kelimetullah (Allah’ın dinini yüceltmek) için canlarını feda edenlerin mekanları Cennet, makamları âlî olsun.