Dolar (USD)
34.61
Euro (EUR)
36.42
Gram Altın
2932.56
BIST 100
9659.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
01 Temmuz 2015

Kürtler neden AK Parti'ye oy vermedi? 3

Yazı dizimizin ilk iki bölümünde Ak Partiye yönelik ALGI mühendisliklerine karşı hem Genel Merkez hem de bölgedeki Ak Partililerin ne kadar pasif, hatta kibirli ve "nasıl olsa bir önceki seçimde aldığımız oy oranının çok da altına düşmeyiz"ci zihniyet yüzünden sınıfta kaldıklarını belirtmiştik.

Şimdi bazı olayları hatırlayarak yazı dizimize daha sade ve spesifik konularla devam edelim.

2014'ün Yaz aylarından itibaren başlayan ve gittikçe gerginlik katsayısını arttıran Kobani Süreci Kürtlerde ulus-millet bilincinin pekişmesine vesile oldu. İŞİD'in Kobani saldırılarında sergilediği vahşetin açtığı gedikte Kürtler iki ayda ulus/çuluk ile ilgili eksikliğini gördü. Bu ciddi bir hadiseydi. ABD'nin besleyip büyüttüğü İŞİD'in hesabında olmadığı halde yine ABD'nin emriyle ansızın Kürt Bölgesi (Rojava) Kobani'ye saldırması ve akabinde gelişen olaylar Kürtlerde milli şuur boşluğunu ortaya koydu. Bu, Kürtlerde inanılmaz bir sarsıntıya yol açtı ve belki de son yüzyılda ilk kez bütün Kürtler sınırlarının dışındaki bir olaya aynı ses tonuyla tepki gösterdi.

İŞİD'in Kobani saldırısının Ak Partiye maliyeti üzerinde de durmak lazım. Enerji hattı için yeni harita planlarına sahip olan Batı, İŞİD'i Kobani'ye yönlendirirken aynı zamanda Türkiye için de bir plana sahipti. O plan şuydu:

Türkiye'nin stratejik ortağı! ABD, "İŞİD Türkiye'den destek alarak, hatta IŞID Türkiye'nin teşvikiyle Kobani'ye saldırdı" yaygarasını Türkiye içindeki elemanları tarafından pompalayacaktı, pompaladı. Zaten Erdoğan düşmanlığı üzerinde ittifak eden paralelciler, Ali'siz Aleviler ve diğer güçler derhal bu senaryoda rol kapma yarışına girdiler. Ak Partililer de bu konuda yine sessizliği tercih etti.

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Gaziantep konuşmasında "Kobani düştü düşecek" sözü de HDP'liler tarafından kullanıldı. Bu süreç iyi yönetilemediği gibi yine ALGI bombardımanına tabi tutulan Kürtlere yönelik Ak Parti ve devlet yetkilileri sadece uzaktan seyirci kalmayı tercih etti. Mesela Kürt milletvekilleri çıkıp kendi il ve ilçelerini dolaşarak, "HDP bilerek Cumhurbaşkanımızı zan altında bırakıyor. Cumhurbaşkanımız Kobani düştü düşecek derken bunu bir temenni olarak değil endişe olarak dile getirdi" diyemedi. Buna bir de Kobani ile ilgili kimi açıklamalardaki (Ör. 'Bize ne Kobani'den, Kobani Suriye'nindir bizi ilgilendirmez' gibi) hataları eklerseniz olayı netleştirmek mümkündür.

Ak Parti kendini anlatma konusunda ciddi sıkıntılar yaşadı. Ne bölge siyasetçileri ne de Ak Parti lehine konuşan medya analist ve yorumcuları bölge insanının nabzını alarak analiz yapmadı. Diyarbakır merkezli DİYAM (Diyarbakır Araştırmalar Merkezi) Temsilcisi bunun için "Ak Partiye yakın medya yıllarca bölgede aynı insanlarla görüştü. Görüştükleri bu insanların bütün söyledikleri bir A4 kağıdını doldurmuyordu. Ama ne yazık ki bu insanların söylediklerini televizyonlarda, gazetelerde Kürtlerin olaylara bakışı olarak yorum ve analize tabi tutuyorlardı. Bu dindar Kürtlere hakaretti, sonuç da ortada" demişti.
Ak Parti'ye yakın televizyonlarda, gazetelerde Kürtleri iyi tanımayan, tanısa bile yaptığı işin ağırlığını taşımayanların Çözüm Sürecini, paralel yapıyla mücadeleyi tartışması, çözüm sürecine de Paralel yapıyla mücadeleye de, Kürtlerle ilgili diğer konulara da zerre kadar katkı sunmadı. Çünkü bunlar yorumlarında sadece Kırşehir'e, Bolu'ya, Trabzon'a, Muğla'ya yayın yaptıklarını zannediyorlardı. Çok değerli aydın ve gazetecileri tenzih ediyorum, ama;

Ak Parti, büyük oranda toplum nezdinde itibarı olmayan, dilleri irite edici, üslupları küstah, halka üstten bakan kişilerin aynı zamanda hem Ak Partiye yakın gazetelerde yazmaları, hem de birden fazla televizyonda program yapıp vazgeçilmez yorumcular, programcılar olarak Ak Partiyi dengesiz, yanlış üsluplarla savunmaları büyük rahatsızlıklara ve tabi ki oy kaybına sebebiyet verdi. Hatta bu yorumculardan kimisi son seçimlerde Ak Partiye yan çizdi. Bu yorumcular sorunun ağırlığından, toplumun hassasiyetlerinden, ülkenin gerçeklerinden uzak yorumlarıyla dindar Kürtleri çok rahatsız etti.

Anlayacağınız süreç iyi yönetilemedi ve maalesef 6-8 Ekim olayları patlak verdi.
6-8 Ekim devletin bölgede PAUSE durumuna geçtiği günlerdi. Bütün bölge yangın yerine dönmüş, 52 vatandaş hayatını kaybetmiş ve maalesef devlet edilgen duruma düşmüştü. Bu edilgen durum sokağa çıkma yasağının ilanı ve Selahattin Demirtaş'ın 3. Gün yaptığı basın toplantısı sonrasındaki sokağa çıkma yasağının kaldırılması ile oluşmuştu. Üçüncü gün Selahattin Demirtaş televizyonlarda terini silerken, Ak Partinin bölgedeki aktörleri ve bürokrasisi de korkudan titreyen dizleri üzerinde durmaya çalışıyordu.

Şimdi Kobani olaylarını da göz önünde bulundurarak diyeceksiniz ki bölge nasıl devletin kontrolünden çıktı? Bunun da diğer siyasi ve sosyal olaylar gibi bir tek nedeni yoktur, ama ben bu nedenlerden sadece bir tanesini izah edebilir isem diğerleri konusunda fikir sahibi olabilirsiniz.

Basit birkaç rakam vererek sorunuzu cevaplayayım:

4 bin köyü yakılmış, 2 milyon insanı gece yarısı, sabaha karşı, kar, fırtına demeden zorunlu göçe tabi tutulmuş, binlerce insanını kaybetmiş bir bölgeden söz ediyoruz. Yani her bir yanı yara bere bir halkın yaşadığı bir bölgeden. İşte bu bölgede;
HDP Belediyeleri anne, çocuk, gençlik merkezlerinde onbinlerce kişiye eğitimler veriyor. Yaz, kış kamplarında hem eğitime destek, hem aile içi şiddete son veren, hem meslek edinme amaçlı, hem müzik, resim ve en çok da siyasi, ideolojik eğitim veren merkezler açtı HDP'li belediyeler. Sadece Diyarbakır'da yılda 52 bin çocuk, genç ve kadın bu eğitimlerden geçiyor. Yanlış okumadınız, yılda elli iki bin kişiu2026

Peki devlet ne yapıyor?

"Devlet kulağı küpeli birkaç gencin gitar öğrendiği-öğrettiği ve üniversiteli gençlerin kendi aralarında 'flört eğitim merkezi' diye isimlendirdikleri yerler açtı" diyen bu merkezlerden bir tanesinin koordinatörü olan arkadaşın cevabı aslında henüz sormadığınız pek çok soruya da cevap oldu sanırım. Kimi merkezler el becerisi kursları verse de Ak Partili siyasilerin referansıyla paralelcilere emanet olan bu merkezlerde bugün bile Cumhurbaşkanımız Sayın Tayyip Erdoğan'a beddua seansları düzenleniyor. Bu durumu siyasetçilere anlatsak da netice alamadık.

Burada Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz'ın bölgeden giden bu tür yararlı projelere her zaman destek verdiğini söylemezsem kul hakkına girmiş olurum. Tabi, 2013 öncesi valiliklerdeki paralelcilerden kurtulabilen projeler geçebiliyordu. Lakin Sayın bakanın öteden beri bölgeden giden ve gençlere hizmet amaçlı projelerle bizzat ilgilendiğini bilenlerdenim.

Gençleri, çocukları ve ailelerini ilgilendiren çok önemli bir konu daha var, anlatmaz isem fotoğraf eksik kalır.

Bölgede, ama özelde Diyarbakır gibi bir ilde 26 yıldır Kasım ve Nisan ayları arasında, yani öğrencilerin okulda olduğu, ders ve ödevlerine çalışması gerektiği beş buçuk aylık dönemde her gün en az 19 saat elektrik kesintisinin yaşanması çocuk olup büyüyen gençlerde nasıl bir iz bırakır? İlk, orta ve liselerin pek çoğu bu yıllar arasında son iki dersi işlemez oldu. Gece de elektrik kesintileri yüzünden evde ders çalışamayan öğrenciden ne beklersiniz?

1989 yılında dünyaya gelen çocuk 2007 seçimlerinde 18 yaşına girip oy kullanmaya başladı. Diyarbakır'da yıllık bebek doğum sayısı 40. 000 (kırk bin). 2007-2015= 8yılX40.000= 320.000. Bu 320 bin seçmen doğduğu günden itibaren ömrünün yarısını elektriksiz geçirir ise sizce nasıl bir insan olur?
Bakınız, 1989 yılında dünyaya gelen Diyarbakırlı çocuk, doğduğu yılın yarısını karanlıkta geçiriyor. Yetmiyor, 2. Yaşının yarısını karanlıkta, 3. Yaşın, 5. Yaşın, 10. Yaşın, 15. Yaşın, 20. Yaşın, 25. Yaşın ve nihayet girdiği 26. Yaşının da en az yarısını elektriksiz geçiriyor. Hem de geleceğini belirlemek için ders çalışması gereken yıllarda hep karanlık hep karanlıku2026 Bu çocuklara, gençlere, yetişkinlere "biz Türkiye'de 80 yılda yapılmayanı yaptık" derseniz gülerler ve nihayet güldüler. Tabi, bazıları "kaçak kullanmasınlar ki elektrik kesilmesin" diyerek rahatlayabilirler. O zaman her konuda sorduğumuz gibi yine soruyoruz: peki, devlet ne iş yapar, bunun önlemini alsa/ydı ya" deriz de nasıl anlaşılır bilemem. Neticede hayatının yarısı karanlıkta geçen insandan fazla bir şey beklemek saflık olur.

Şimdi bütün bu yanlışlıklara, yaşanmışlıklara bir de Ak Partinin kendi dava adamlarını yemesini de ekleyin. Evet, dünyevi hiçbir beklentisi olmayan, hiçbir makam ve mevkide gözü olmayan dava adamlarını Ak Partinin bölgedeki il ve ilçe teşkilatlarından uzak tuttular.

Yerelde dindar Kürtler nezdinde de hiçbir itibarı olmayanların her dönem Ak Partide en önde olmaları dindar Kürtlere illallah dedirtti. Gözlemlediğim kadarıyla bu durum dindar Kürtlerde ağır tahribata yol açmış. Bölge insanı ve kanaat önderleri "söz konusu zevat hiçbir zaman dindarlara referans olmadı. Hiçbir zaman çevrelerine dindarları yaklaştırmadı. Partiye de bürokrasiye de -hem de el an bile- JİTEM'ci, eski solcu, faizci, tefecileri dolduran bu siyasetçiler biz dindarları canımızdan bezdirdi. Biz bunu 40 kere yetkililere anlattık anlattık maalesef hiçbir sonuç alamadık, hatta adam yerine konmadık ve biz de bu seçimde artık yeter dedik" diyorlar.
Başlıklarla son bölüm Cumartesi günüu2026