Kürt ve Türk anaları el ele
Yıllar önce bir roman yazmıştım: Ateş ve Kadın.
Edebi yönden kayda değer bir başarı ihtiva etmese de, kurgusu itibariyle, özellikle de duygu yönünden pek de fakir olduğunu sanmıyorum.
Isparta’da geçen Cumartesi günü aynı duyguları tekrar yaşadım. Üstelik çok daha şedit çok daha sarsıcı bir yoğunlukta! Dahası gerçeklik ortamında…
Romanda bir şehit annesi, Türk Melek ana ile oğlunu dağda kaybetmiş Kürt annesi, Azize ananın hikâyesi işleniyordu. Bu iki ana bir şekilde tanışır ve birbirlerinin acılarını paylaşırlar.
Bununla da kalmaz el ele verip ateşe karşı birlikte mücadeleye başlarlar. Amaçları bir vicdan hareketine ön ayak olmaktır.
Yani “ateş” ve “kadın” karşı karşıyadır.
Ateş: kışkırtılan fitne ile toplum içerisinde çıkartılan yangın. Yangına develer yüküyle odun taşıyanların âdeti sayısız. Buna mukabil iki kadının karınca misali taşıdıkları su. Gaye ateşi söndürmek, yani İslam coğrafyasının bağrına saplanmış en zehirli hançeri çıkarmak: Ulusçuluk… Ne bir Türk dünyaya bedeldir, ne de bir Kürt.
Kadın: Merhamet, affetmek, sevmek, acıyı yüreğinde hissetmek; güzellik ve güzellik dolu bir dünya için yılmadan çaba sarf etmek. Bu nedenle Peygamberimiz “bana dünyanızdan üç şey sevdirildi, güzel koku, kadın ve gözümün nuru namaz” dememiş miydi?
Isparta’da bu kurguyu hayata geçirecek bir kıvılcımı görünce haliyle çok duygulandım. Tam da hayalini kurmakta olduğum vicdan ayaklanmasıydı yaşanan.
Diyarbakır’da Hacire ananın başlattığı eylem Kürt analarını sarıp sarmalarken ona ilk destek Isparta’daki bazı sivil toplum örgütlerinden geldi.
Kadınlar Mimar Sinan Camisinin önünde bir basın açıklaması yaparak direnen Kürt analarıyla birlikte olduklarını ilan ettiler.
Belki sayıları azdı ama gelecek için ümit vaat ediyorlardı.
Açılış konuşmasını İYİLİKDER Isparta Şube Başkanı Ramazan Toker yaptı. Sözü AKADDER il temsilcisi yazar Havva Saraç hanımefendiye bıraktı. Havva Hanım bu toplantının Diyarbakır’da HDP önünde nöbet tutan annelerin sesi olmak için tertiplendiğini söyledi. Ve PKK’nın bitişinin bu anneler vasıtasıyla olacağını sözlerine ekledi.
Ama asıl sürpriz sona saklanmıştı. Mikrofon bir şehit anasına verildi. Şehit polis Durmuş Öcal’ın annesi Kezban Öcal.
Kezban ana “Diyarbakır’daki anaları destekliyorum, kalbim onlar için çarpıyor” dedi sonrası gelmedi.
Neden mi? İki gözü iki çeşme ağlıyordu da ondan! Herkes tarifi imkânsız bir hüzne gark olmuştu.
Diyarbakır’da akan ana gözyaşına Isparta’daki bir ananın gözyaşı karışıyordu.
Aman Allah’ım! Ne muhteşem bir iksir. Vicdanları harekete geçirmek için toprağa düşen ne mübarek damlalar.
Bakıldı ki olmuyor Mikrofon şehit babası Şerafettin Öcal beyefendiye verildi. Yüreği yanık baba eşinin ve kendisinin duygularını dile getirdi.
Sözüm İslami camiaya: Bırakalım falanca artistin, filanca komedyenin Diyarbakır’a karşı duyarsızlığını dile getirip eleştirmeyi. Herkes cibilliyetine uygun olanını yapıyor; olması doğal olan oluyor diye dert yanmanın bir anlamı yok.
Anadolu kadını destan yazıyor onu gereğince dillendirelim, yeter.
Bir güzellik yaşanıyor bunu duyuralım. Günlük siyasetin kısırlıkları arasında heba edilmemesi gereken bir güzellik...
Diyarbakırlı Hacire ananın gözyaşı ile Şehit Anası Kezban ananın gözyaşı aynı ateşin üzerine düştü, bunu duyuralım. Yavrularını kaybetmiş Kürt ve Türk analarını bir araya getirelim; kaynaşmalarını, ateşe karşı birlikte mücadele vermelerinin yollarını kolaylaştıralım.
Birlikte toplantılar, basın açıklamaları yapmalarını, mitingler tertiplemelerini sağlayalım.
Başlayan vicdan hareketini bütün Anadolu’ya yayalım, yayalım ki her vilayetten yükselen anaların feryatları silahların sesini bastırsın. Böylece bizlerde yaşanacak bir vicdan ayaklanmasının sevabına ortak olalım.
İnanın bu kazanç hepimiz için yeter de artar bile.