Dolar (USD)
34.92
Euro (EUR)
36.39
Gram Altın
2942.93
BIST 100
10025.47
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Kürt Tarihinin En Büyük Kıyımı-I*

Bir milletin varlığı sadece dili değil aynı zamanda hem dini hem de onu millet yapan bütün değerleridir. Tarih bunun en büyük göstergesidir.

Kıyım ise sadece maddi ölümle gerçekleşmez. En dramatik bir tarzda asıl manevi ölümle gerçekleşir.

Maddi kıyım devlet tarafından yapılırken manevi kıyım da fikir üreticileri ve ameleleri tarafından yapılır. Bunların başında alimler ve muallimler gelir.

Bugüne kadar gelen durum da Mezopotamya bölge halklarının bilhassa Kürt halkının bu kıyıma mani olmak ve birlikte yaşamak için verdiği muhteşem direncin tarif edilemez trajedisidir. Arapça ve Türkçeyi tam bilmedikleri, hatta mürşitleri ve alimleri perişan olduğu halde yine bu birlikteliği bozamadılar.

1923'ten 1980'e kadar bu topraklardaki insanı yaşatmama veya halkları parçalama projesi eski devlet eliyle ve darbelerle oldu. Bu durumda en büyük dramı mazlum halklar ve bilhassa Kürtler yaşadı. Bütün bu zulümler, ne bu mazlum halkları, ne de Kürtleri tarihinden ve kendinden uzaklaştıramadı. Bu despotik ve ayrıştırmacı proje başarılı olamadı. Hatta yapılan zulümler bu halkları ne dilini, ne de dinini konuşmaktan ve yaşamaktan alı koyamadı. Birlikte yaşamanın hakim unsuru dindi ve bunu ortaya koymanın yolu da dildi. Bu iki unsur birbirini yok etmeden beraberce milleti var etmeye devam etti. Zarar geldiği zaman her ikisine beraber geliyordu. Yani ya dinini yaşarken zulme uğruyor ya da dilini konuşurken. Bütün bu zulümlere maruz kalırken yine de yerinden ve yurdundan olmuyor ve ona yabancılaşmıyordu. Çünkü bunca zulme maruz kalan bu insanlar, ırkın tarihin bir terkibi olduğunu biliyordu. Bütün bu maddi kıyımlar bilhassa darbelerle hapislerde çürümeler, tehcirlerle yerinden edilmeler, mazlum halkı ne dininden ne de dilinden alıkoyamadı. Hatta hapiste en çirkin muameleye maruz kaldı. Hatta bu zulümle hayatı sona erdi. Ama ne orucunu yedi, dinini terk etti; ne de dilini konuşmayı bıraktı.

Kürt halkı bütün bu zulümlere rağmen Türk halkından ayrıştırılamadı Türk halkı da Kürt halkından. Çünkü terkibin tahlili varlığın sona ermesi veya terkibi meydana getiren her bir unsurun yokluğa atılıvermesi demekti. Cümleyi çözümlediğiniz anda kelimeler kalır. Onlar ise bir mana ifade eder ancak tek başlarına bir varlık gösteremezlerdi. Tahlil kelimeyi de, hatta harfi de ayrıştırmak demekti. O zaman bir tek şey kalmıştı. O da genelde bölge halkını özelde de Kürt halkını efsunlu kelimelerle kadim değerlerinden uzaklaştırmak. İki kıyımı bir arada yürürlüğe koymak.

Sene 1980 ve sonrası, Kürt halkı için kadim değerlerin sarsılmaya başlandığı en büyük kıyımın başlangıç vaktidir. Efsunlu kelimeler ise azadi (özgürlük) ve em reye ha bıdın ha (yerel yönetim) oldu. Bunlara ulaşmanın yolları arandı.

“Yasak arzu doğurur” fehvasınca bir güç, buradan hareketle öncelikle bütün yasakları olanca iştah açıcı bir tarzda ve anarşizm doğuracak bir heyecanla evvela musiki eliyle gerçekleştirerek işe başladı. Türkiye’nin veya Avrupa’nın en lüks ve modern yaşamının olduğu kent ve stüdyolarında Kürtlükten anlamayan kişiler tarafından dağa çıkış ve şehrin hayatını kaosa döndürüş amacıyla kasetler dolduruldu. Halbuki hem mazlum halkların hem de Kürtlerin ozan ve dengbejlerinin en meşhurlarından Şıwan Perver ve Ayşe Şan yasaklıydılar ve mücadeleleri bu minvalde değildi.

Anarşizmin bu ilk hamlesi galiba başarılı olacak gibi görünüyordu. Çünkü çok amaçlı ve kapsamlıydı. Bir taraftan arabesk müzikle batıdaki insanımız isyankâr ve kendine zarar verir konumuna geliyordu. Bir taraftan pop müziğiyle bütün iştahlar kabartılıyor ve gençlik haz ve libidoyla meşgul ediliyordu. Besteden çok beden öne çıkarılıyordu. Bir taraftan hafif müzik adı altında her şey hafife alınıyordu. Sanat ve halk musikisi tarihinde görülmemiş trajik dönemlerini yaşamaya başlayarak tahkirin en elim noktasındaydı. İlahi denen dini musikiler de bir tarafı kıyama diğer tarafı da İslam’ı istikametten çıkarır bir ılımlılığa sevk eden bir elbiseye büründürülüyordu. Cılız da olsa diğer milliyetçi kanatlar kendi enstrümantalleri ile seslerini piyasada duyuruyorlardı. Kürtçe müzikler ise neredeyse tamamıyla isyana ve anarşizme halkı sevk ediyordu. Böylece oluşan duygusal yoğunlukla da amaçlar gerçekleştiriliyordu. Stüdyoda ve sahnede bunu hazırlayan ve söyleyenler ise bıyık altından gülüyor ve başarılarının kutlamalarını en güzel kentler ve sahillerde, kadehler kaldırarak ve bu kadehlerdeki şarabın rengini de dökülecek masum insanların kanlarıyla yoğuracak bir alçaklıkla keyif çatıyorlardı.

Evet musiki adımı başarılı olmuş gibiydi. Özelliklede eğlence ve isyana dönük güdülenme yolu anarşizme ivme kazandırmıştı. Devleti yönetenler bunu anlayamamış ve olanca güçleriyle yasak mekanizmasını devreye sokmuş ve tam da anarşizmin istediği olmuştu. Beyinlerini onlara yedirirken, aklı selim devreye girebilir ihtimaline binaen ileride toplumun yönlendiricisi olabilecek genç neslin körpe beyinlerini ve aydın bireyleri şehirlerde, dağlarda, yollarda birbirlerine kurşunlattırıldı. Artık Anadolu’da terkip çözülmeye, kan dökülmeye başlamıştı. Lakin mazlum ve masum halklar bu duruma feryat etmiş çözümün bu olamayacağını hep söylemişlerdi.

Musiki adımı istenilen düzeyde başarılı olmuştu. Hayata kaos hakim olmaya başlamıştı bir kere. Kardeş kanı akmaya başlamıştı. Çünkü bir önceki darbenin üzerinden daha on sene geçmeden aynı senaryo farklı argümanlarla tekrar sahnelenmeye başlanmıştı.

Haftaya inşallah devam devam edeceğim.


[*] Beyan: Seri halinde başlayacağımız bu yazıdan bir milletin hepsini kastetmekten imtina ve içtinap ederiz. Kastımız, bu asil millete reva görülen trajediyi kurgulayanların çirkin yüzlerine ve zulümlerine projektör tutmaktır.