Küreselleşme mi? Ulus Devlet mi?
Bir önceki yazıda Kovid-19 salgını sürecinin bazı uluslararası çatı kuruluşların sorgulanmasına sebebiyet vereceğine dair analizler yapmaya çalışmıştım. Nitekim geçtiğimiz hafta içerisinde başta “Dünya Sağlık Örgütü” olmak üzere “Avrupa Birliği” kurumsal yapısı üzerinde yükselen tartışmalara hep birlikte tanıklık ettik. Şimdi aynı bağlamda olası sürecin siyasal yapılar üzerinde ne tür etkileri olabilir noktasında birkaç analiz ve öngörü kaleme alalım.
Kendini sorgulayan kurumların “küreselleşmenin” birer sonucu olduğunu hatırlayarak başlamak lazım… NATO, AB gibi örgütlenmeler küreselleşmenin en önemli meyveleridir. Gelişen teknoloji ise bu süreci hızlandırmış özellikle internetin yaygın kullanımı küreselleşme sürecine çok büyük ivme kazandırmıştır. Şimdi ise bu sürecin en azından güzergâhını değiştirmeye başladığını müşahede ediyoruz. Tarihte daha önce yaşanan tüm küresel olaylar, çeşitli gelişmelerin ivmelenmesine sebebiyet vermiştir. Yani aslında ortaya çıkması muhtemel sonucu öne çekme noktasında etkisi olmuştur. 1347 ve 1351 yılları arasında Avrupa’yı esir alan “Kara Veba”nın Avrupa’da yaşanan köklü değişimi öne alma anlamında etkisi olduğu, Dünya Savaşlarının süre giden düzen üzerinde bıraktığı etkiler gibi…
Daha önce yine bu köşede Avrupa’da aşırı sağın yükselmesi ile ilgili gelişmeleri özellikle Fransa özelinde incelemiştik. AB’nin lokomotifleri olan Almanya, Fransa, İtalya gibi ülkelerde önümüzdeki seçimlerde sağ bloğun daha da yüksek oranda oy alacağı ve yönetimlerde etkin konuma geleceği aşikârdı… Peki, bu söz konusu partiler en başta ne istiyor; AB kurumsal yapısı karar organlarının iç işlerine karışmamalarını, sınırların daha fazla kontrol edilmesi gerekliliğini, ulusal devlet politikalarının AB kurumsal politikalarından daha önde tutulmasını vs vs… Peki Kovid-19 süreci şu anda Avrupa’da nelere sebebiyet veriyor? Tam da söz konusu sağ blokun aslında ortaya koymak istediği siyaset anlayışını. Virüs yüzünden sınırlar kapatılmış, ulusal menfaatler öncelenmiş, ülke içi karar mekanizmaları daha da öncelenmiş durumda. Yani salgın yine beklenen olası geleceğin öne çekilmesini sağlıyor. Muhtemelen sürecin ne kadar süreceğini bilemesek de süreç sonrası ilk seçimlerde sandıktan da bu bağlamda bir sonuç çıkacaktır. Yani halkın dönüşüm süreci de tabiri caizse hızlanacaktır. Bu küreselleşmenin sonu mudur? Belki de ulus devletlerin kendisini koruyabilmek için içe kapanmak için bir üst çatıya gönüllü biatının kapı aralamasıdır. Zira arada bir uçurum var gibi gözükse de aslında çok ince bir çizgi mevcuttur.
Salgın şayet birçok bilim adamının aşının bulunması noktasında verdiği 18 aylık bir sürece yayılırsa devletler daha fazla otoriter tedbirler almaya başlayacak ve ulus devlet yapısı refleksleri artarak devam edecektir. Bu duruma birde ekonomistlerin “Büyük Buhran” kadar etkili bir ekonomik sorun yaşanacak öngörüsü eklenirse önümüzdeki 2 yılda köklü değişimlerin yaşanacağını ve siyasal anlamda önemli gelişmelere tanıklık edeceğimizi söylemek çok realist bir yaklaşım olacaktır.
Ancak başka bir realite de şudur ki; “gelişen” dünya konjonktüründe ulus devletler büyük sorunları çözemeyecek kadar küçük, küçük sorunları çözemeyecek kadar ise büyüktür. Yani isimleri farklı olsa da ittifakların yeniden filizlenmesi daime olasıdır çünkü günümüz dünyasında aksi çok mümkün değildir
Dünya; “Küreselleşme mi yoksa ulus devlete dönüş mü?” sorusunun cevabı noktasında bir viraja girmiştir. Ancak sorunun cevabını yine özgür iradelerini kullanmak isteyen bireyler, kitleler değil zaman verecektir.