Küresel sistem ve borçlanma
Çocukken mahallede oynadığımız oyunlardan
biri de çeşitli mesleklere sahip bir dünya kurmaktı kendimize. Bu arada
arkadaşlardan kimisi evden getirdiği elmayı, kimisi çikolatayı kimisi de farklı
şeyleri satardı. Para da oyunda ortak olarak uzlaştığımız düzgün kesilmiş
gazete kağıtlarıydı. Yalnız gazete kağıtları (yani paralar) bir elden
dağıtılırdı. Kim dağıtıcı ise elindekilerle elma, çikolata vb.lerini daha fazla
alırdı. Bu arada elinde gazete kağıdı biriktirenler ise çokça para kazandığını
düşünerek sevinirlerdi. Oyunun sonunda hakimiyeti elinde bulunduran gerçek
emtiayı alırken, elinde emtia olanlar da gazete kağıtlarıyla oyunu
kapatmaktaydı.
Dünya altın ve gümüş paralardan kağıt paralara
geçerken, gerçek paranın yerine bir ikame konulmuştu. Geçen yüzyılın başından
itibaren de bugünkü küresel aktörler Amerikan dolarını rezerv para kabul
ettiklerinde işin rengi tamamen değişti. Bütün dünyada hakim ülke Amerika’nın
parasının temel alınması, Amerika’ya diğer dünya ülkelerinin sonsuz kredi
açması, onun borç yükünü bir yere kadar üstlenmesi ve nihayetinde Amerika’ya
insan hayatı için gerekli emtiaları ucuz bir şekilde temin etme imkanını
sunmaktaydı. Küresel ölçekte “bir kişiye dokuz, dokuz kişiye bir pul” sistemi
böylece inşa edilmiş olmaktaydı.
Bu yolla tüm
ülkelerin varlıkları çok ucuza kapatılarak, kitleler yoksulluğa doğru adım adım
itildiler. Nihayetinde Amerika başta olmak üzere küresel aktörler, sözgelimi
Afrika’nın altınlarını hem özelleştirme yoluyla işletmekte hem de bu altınlara
bir kağıt para (dolar) karşılığında sahip olmaktaydılar. Meselâ, ciddi anlamda
rezervler, kaynaklara sahip olan Hindistan’ın zenginlikleri adeta iç
edilmişlerdi. En zengin 100 kişisinin varlıklarının toplamı 300 milyar dolar
olan Hindistan’da GSYİH 2009’da 1.2 trilyon dolardı. (Bkz. Arundhati Roy,
Kapitalizm: Bir Hayalet Hikayesi, Sel Yay., s. 15) Hindistan’ın nüfusunun 1
milyardan fazla olduğu hatırlandığında durumun nasıl olduğunu anlayabilirsiniz.
Zaten televizyondan seyrettiğiniz Hindistan görüntüleri de bunu doğrular.
Küresel
sömürünün birinci boyutu budur. Genel anlamda dünyanın görünümüne baktığımız
zaman, büyük oranda dünya nüfusunun bir nesne olarak sömürgeleşmeden payını
aldığını ve giderek fakirleştiğini görmekteyiz. Bauman’ın verdiği rakamlara
bakacak olursak, dünya varlıklarının % 85’ini % 10’luk bir kesim yönetmektedir.
Yine Roy, Hindistan’da 830 milyon insanın günde 20 rupiyle yaşadığını
söylemektedir. (s. 58)
Küresel
sömürünün ikinci boyutu mümkün olduğu kadar kitleleri borçlandırmaktır. Bunun
ilk ayağı ülkeleri, ikinci ayağı da insanları borçlandırmaktır. Çünkü
borçlanmış insan demek özgürlüğünü ve varlığını koruyamaz. Böylece küresel
aktörler, insanların özgürce hareket etmek ve gerektiğinde itiraz haklarını
ellerinden almış olurlar.
Şu anda
verilen rakamlara göre dünya global ekonomisi 65-70 trilyon dolarken, bunun
karşılığında toplam borç oranı ise 270 trilyon dolardır. Dikkat ederseniz
toplam varlığın dört katı civarında. Amerika parasal genişlemeye giderek para
basıp dünyaya dağıtıyor. Dağıtıyor derken, rezerv para olmanın imtiyazını
kullanarak insanları borçlandırmış. Ciddi anlamda dünya insanı bir borç yükü
altında bulunmaktadır. Bu yük bir yandan küresel sistemi de sıkıntıya sokarken,
aynı zamanda sürdürülemezliğe de işarette bulunmaktadır.
Daha önce “Borçlandırılmış insanın imali” kitabından bahsetmiştim. Küresel düzen borçlandırmak üzerine kurulu. İnsanlar henüz ellerinde olmayan bir varlık karşısında ek tüketme hakkını cazip görerek gelecek 5-10 yılını aslında tüm emek ve varlığını ipotek altına almaktadır. Kitleler ise tekil bireyler olarak kendilerine birer statü olarak gösterilen eşya ve hayat tarzına gözlerini dikerek borçlanıyorlar. Dolayısıyla meseleye “mahalle”den gözümüzü kaldırarak “küre”den bakmak gerekiyor.