Küresel savrulma
ABD’nin işgal ettiği yerlerden çekilmesi, ileriki süreçte de
devam edeceğe benziyor. Zira Amerika’nın gerek ekonomik, gerekse bir takım iç krizleri
yüzünden, Soğuk Savaş sonrası oluşturduğu dünya hegemonyasını, idare edemez pozisyona
büründüğü bir vakıa. Fakat dikkatten kaçırılmaması gereken asıl husus, ABD apar
topar evine dönerken, “KENDİNDEN SONRASINI HESAP ETMEDİĞİ” şeklinde bir fikre
kapınılması… Öyle ki Amerika’nın hem çekildiği
hem de çekilmesi beklenen topraklara, KAOS BULUTLARININ yavaş yavaş
ilerlediğini görmek için, dürbün kullanmaya da hiç gerek yok. Bu minvalde de “kartların
yeniden karıldığı ve ittifakların farklı biçimlendiği” düşüncesini, kesinlikle
göz ardı etmemek elzem.
Mesela Amerika’nın kimseye haber vermeden Afganistan’dan ayrılmasının,
buradan BÖLGEYE YAYILACAK BİR İSTİKRARSIZLIK beklentisinden ibaret seyrettiği
kuvvetle muhtemel. ABD’nin bu tavrının akabinde ise Fransa’yı dışarda bırakarak,
Avustralya ile savunma alanında yeni bir ittifak (AUKUS) oluşturmaları (ABD-İngiltere)
ve bu yeni ittifaka Almanya’nın davet edilmemesi de, Avrupa’yı NATO dışında başka
arayışlara ittiği muhakkak. Nitekim Avrupa’nın uzun zamandır gündemlerinde olan
ama çeşitli nedenlerle erteledikleri, AVRUPA ORDUSU fikrinin tekrar gündeme
gelmesi bunun sonucu. Macron’un aybaşında yaptığı Irak ve IKBY ziyaretlerini de
hesaba katarsak; bunu İran ile zaten derin bağlantıları olan Avrupa’nın, Irak’a
da “Amerika çekilse bile biz sizin yanınızdayız” mesajı verdiğini şeklinde
okumakta hiçbir beis bulunmuyor.
Gel gelelim Avrupa, idealleri doğrultusunda her ne kadar
çabalasa da, diğer tarafta BREXİT sonrası birçok bölgede inisiyatifini arttıran
Birleşik Krallık’ın, yeni dönemde göze çarpan unsurlardan olduğu şüphesiz. Bunun
için de Avrupa ile defalarca karşı karşıya gelen Türkiye ile arayı iyi tutmaya
çalıştıkları net. Zaten Libya’da Türkiye’nin varlığına ses çıkarmamaları,
Kıbrıs’ta Türkiye’yi zorlamamaları, ilk ticaret anlaşmasını Türkiye ile
imzalamaları ve Kafkasya’da kendilerini Azerbaycan ile Türkiye’nin yanında
hissettirmeleri bu demek. Amaçları ise belli… Finansal olarak besledikleri Kuşak
Yol Projesi üzerinden Çin’i, AB’ye yönelen açılımını ve olası Çin-AB
yakınlaşmasını iki taraflı “KONTROL ETMEK” kısaca… Bu manada Doğu Akdeniz’de
varlık göstermelerinin de, aynı amaca binaen temellendiğini belirtmek hiçte
ütopik sayılmaz.
Anlayacağınız büyük resme bakarsak; Ortadoğu’da Rusya ve İsrail
işbirliğine, Avrupa’nın da yakın duracağı izlenimi vermesi, ÇARŞIYI
KARIŞTIRMAYA meyyal duruyor. Bu açıdan PKK/YPG’nin hamiliğine soyunarak, “SURİYE’DE
Kİ PKK KORİDORUNU BİRLİKTE YAPMAYI DENERLER Mİ” sorusu hemen aklımıza gelmiyor
değil. Tabi ki bunu şimdilik bilmiyoruz ama Esed’in Moskova gezisi sonrasında,
Türk Askerini kastederek; “yabancı güçleri Suriye’den çıkmaya çağırmaları” oldukça
manidar. İşte dün yapılan Erdoğan-Putin zirvesini, son derecede kritik hâle
getiren de, İLK BAŞTA bu gerçektir. Sonrasın da ise Rusya için hayati önem
taşıyan yakın çevresinde, Türkiye’nin; Azerbaycan, Pakistan, Ukrayna ile olan
ilişkilerini; Kırım’ın işgalindeki tavrını; Libya’da Rusya’nın kurduğu
denklemin, Türkiye tarafından bozulmasını ve Afganistan’da Rusya’dan ziyade,
Türkiye’nin ağır bastığını da buraya eklemek mümkün.
Hülasa Amerika’nın çekilmesiyle oluşan/oluşacak boşluğun, KONJONKTÜREL
olarak bir SAVRULMAYI tetiklediği aşikâr. Bütün meselenin ise tarafların “Çin’deki
birikim ile Akdeniz’deki kaynakları kontrol ederek, tedarik yollarına hükmetmek
ve buradan nasiplenmek” üzerine kurulu olduğu tartışılmaz. Bu atmosferde Sn.
Cumhurbaşkanımız ile Putin, mevcut durumu bakalım nasıl okuyup, değerlendirecekler
göreceğiz? Ama hiçbir şey Suriye’de, tarafları bir KARAR EŞİĞİNE getirdiği
gerçeğini kesinlikle değiştirmeyecek. Bunun ilk izlerini de evvela idlib’te,
gölgesini de Libya’da hissedeceğimiz açık. Ancak Devletimizin, henüz içeriği
tam olarak belli olmasa da, Asya içlerinde, Türki Cumhuriyetler ekseninde, Pakistan,
Malezya, Endonezya, Cezayir vb. ülkelerle, Afrika ve Akdeniz özelinde yaptığı DERİN
PLANLARLA, tümünü ürküttüğü bir realite. O yüzden ellerinden gelen basıncı
uygulayacaklarını söylemek için, kâhin olmak da hiç gerekmiyor. İlk hedefleri ise
Sn. Erdoğan olacaktır elbette. Lakin nafile… Çünkü “DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR” itirazımız,
kati surette öylesine söylenmiş bir söz değildir. Zira bu sözü temel alan
Devletimizin, köklü bir tarih ve coğrafya kimliğinden güç alarak, 21. YÜZYILIN
SÜRPRİZİNİ DÜNYAYA İLAN EDECEK BİR EŞİĞE GELDİĞİ inkâr edilemez. Geri adım mı?
Buradan asla bir geri dönüş yok…