Küresel Krize Adres Vermek
İslam Dünyası devasa sorun ve çatışmalarla yine Ramazan ayına girdi. Bu meselenin bir yüzü. Bir başka yüzü de, aslında dünyanın bir krizde olduğu gerçeği. Krizin en görünür olduğu yer tabii ki ekonomik sorunlar. Fakat ekonomik sorunları besleyen asıl unsur ise zihniyet; hayata ve olaylara bakış. Dünya, Aydınlanma düşüncesinin kendi ömrünü uzatmak için yaptığı manivelaların sonuna doğru gelmiş bulunuyor.
Küreselleşme, dünyaya daha yakın olmayı "dünya" ile bir içiçeliği hayatımıza getirdi. Şimdi artık isetesek de istemesek de dünya ile daha çok ilgiliyiz. Bunun insan hayatına getirdiği bazı imkan ve fırsatlar bulunuyor tabii ki. Ancak Küreselleşme de son kertede varlık, insan ve dünyaya bakışta, insanlığı kurtaracak bir şeyler söylemiyor. Sadece en son durumda yarattığı tüketim toplumu ile belki insanlığın elde etmeye çalıştığı özgürlüğe son darbeleri indirmeye devam ediyor. Her dönemin bir kölelik biçim ve aurası var. Bu dönemde de kadife devrimler gibi yumuşak dokunuşlarla kitleleri tüketim alaborasının içine doğru çekiyor ve hayatını ipotek altına alıyor.
Küresel aktörlerin aslında yeni sömürgecilik koşullarını sürekli rafine yöntemlerle sağlamaya çalıştıklarını görüyoruz. Ortadoğu merkezli çatışmalar ve islam dünyasının içinde bulunduğu hal-i pür melali bunun için en net örnek. Batı'nın bu paradigmasının içinden üretilecek tüm öneriler; bu paradigmanın içinden açılacak tüm yollar, insanlığa tüketim fırsatları sunacak ama netice itibarıyla onu hem hayata hem de kendisine yabancılaştıracaktır. İşte tam da bu sebeple o paradigmanın dışına çıkan arayışlar giderek hızlanmakta ve yoğunlaşmaktadır aslında. Bu arayışlar, mekanikleşmiş bir hayattan ve insanlıktan kendisini kurtaracak daha insanyüzlü bir dünya çerçevesinde özetlenebilir. Çünkü insan yalnız; komşusu yok, akrabalık zayıflıyor, kendisini dinleyecek bir kulağa ihtiyacı var. Fakat tüketim insanlığı daha da mekanikleştirip, kışkırtarak insanlığından soyutluyor.
İşte yaşanan böyle bir hayatın karşısındaki arayışlarda küresel aktörler için en önemli rakibin İslam olduğunda kuşku yok. İşte tam da bu sebeple Türkiye ve Ortadoğu merkezli olarak krizler çıkarılıyor ve yoğunlaştırılıyor. Son dönemlerde Türkiye ve Mısır'ın başına gelen bunlardır. Şunu kabul etmek lazımdır ki, İslam dünyasının en önemli üç aktörü Türkiye, Mısır ve İran'dır. Gerek Mursi'nin gerekse AK Parti'nin İslam'ı temsiliyet düzeyi burada önemli değildir. Önemli olan İslam'ın farklı bir paradigma olduğunun görülmesidir.
Taksim'de ve Tahrir'de en son yaşanan olaylar, iktidarın önemli olduğunu ancak bundan daha önemlisinin ülkenin dinamikleri olduğunu gösterdi. Şimdi İslamcıların tam da iktidara yaslanmadan dinamikler üretmelerinin zamanıdır. Şimdi boş retoriklerden ve gerilim noktalarından uzaklaşarak insanlığın sahici sorunlarıyla ilgilenmenin vaktidir. Mısır'ın en önemli sorunu, ekmek ve özgürlük sorunudur. Batı'nın sömürgesini sona erdirme, Mısır'ın kendi kaynaklarını halklarının arasında adaletle paylaştırma sorunudur. Bunu batı ile işbirliği içinde olan Mısır ordu yönetiminin beceremeyeceğini söylemek kehanet falan değildir. Mursi ve Onun tabii olduğu anlayışın, eğer bugün arkasında ciddi bir halk desteği ve gücü varsa, bunu yıllardır gündelik hayatın içerisinde yaptığı çalışmalara borçludur. İnatla ve ısrarla bu sorunlara çözüm arayışları ve İslam'ın imkanlarını dünyaya sunmaktan vazgeçmemek lazımdır.
Boş retorikler kitleler üzerinde bir köpük etkisi yaratabilir; hatta bunlar üzerinden konuşmalar iktidarlara ya da muhalefetlere bir haz ve galibiyet duygusu da verebilir. Fakat hayati sorunlar karşısında söylenecekler, aslında bir şekilde tüm dünyanın muztarip olduğu dertler bakımından insanlarda muhakkak karşılığını bulacaktır. Şimdi dünya yeni entelektüel ve öncülerini kendi dinamikleriyle beklemektedir. İktidar önemlidir; ama bir sonuçtur.