Küresel Ekonomik Milliyetçilik ve Türkiye
Adam Smith 1776 yılında yazdığı Ulusların Zenginliği Adlı eserinde, David Ricardo 1817'de formülleştirdiği klasik ekonomi politik teorisinde uluslararası ticaretin ulusları zenginleştireceğinden bahsederler. Smith'e göre, ülkeler rekabet üstünlüğüne sahip oldukları alanlarda üretim yapıp uzmanlaşmalıdır. Dış ticaretin pazarı genişletici etkisiyle birlikte, kaynaklarını üretimde en verimli alanlarda kullanan ülkeler arasında bir işbölümünün ortaya çıkacağını söyler. David Ricardo ise karşılaştırmalı üstünlükler teorisi ile bir ülkenin dış ticaretten; en fazla karşılaştırmalı avantaja sahip olduğu malı üretirse kazançlı çıkacağını söylüyor. Küreselleşmenin nihayetinde tam rekabet piyasası dediğimiz ve gümrük duvarlarının kaldırılarak tüm dünyanın tek bir pazar haline getirilmesi amaçlanmaktadır.
Tam rekabet piyasasında sınırlı devlet söz konusudur. Devlet sadece ulusal savunma, özgürlük ve mülkiyet haklarını koruyacak, yasal sistem kurma, bayındırlık işleri ve kamusal eğitimle görevli olacaktır.
Kapitalist iktisadın kurucuları olarak bilinen bu teoriler doğrultusunda özellikle ikinci dünya savaşından sonra dünya hızla küreselleşmeye başlamıştır. 1982 yılından sonra hızını artıran küreselleşme SSCB'nin dağılmasıyla birlikte kendisine daha rahat bir yayılma alanı bulmuştu. Küreselleşmenin yayılmasıyla beraber ulus ötesi şirketler hızla büyümüş ve ülkelerin ekonomik büyüklüğünden daha büyük hale gelmişlerdir.
1982 sonrasında ki uygulanan küreselleşme ile iktisat teorisyenlerinin devletin görevleri ile ilgili teorileri de artık değiştirilmiş, sağlık, eğitim, güvenlik alanlarında da şirketleşme başlamış ve ulus devletlerin etkisi giderek azaltılmıştır.
Güvenliği zayıf olan devletler giderek küçülmeye başlamış, küçük şehir devletleri kurularak hammadde, üretim, finans şehirlerinden oluşan mikro devletçikler oluşturulmaya başlanmıştır. Örneğin, İsviçre Konfederasyonu federal otoritelerin merkezi Bern ile birlikte 26 kantondan oluşan federal cumhuriyet (Finans) ülkesi olarak karşımıza çıkmaktadır. (Günümüzde, Kürt gruplar üzerinden Irak ve Suriye'nin kuzeyinde İsviçre örneğindeki gibi bir bölgesel kantonlar ile federasyon, konfederasyon kurarak enerji ülkesi kurmayı hedefliyorlar. Barzani'nin Kerkük'e bayrak çekmesini bu açıdan okumak lazım. Fırat Kalkanı Harekatı bu plana büyük ölçüde darbe vursa da yeni planlar peşindeler.)
Süreç terine döndü
2008 küresel finans krizinden 3 yıl sonra 2011'de AB mali krizi yaşandı. Bu iki krizin ardından hükümetler küreselleşmeden kaçmaya başladı ve dünyada ekonomik milliyetçilik artış gösterdi. Ekonomik milliyetçiliği ulusal ekonominin olabildiğince güçlendirilmesi, yerli üretimin iç tüketicilere karşı teşvik edilmesi, yerli üretimin desteklenmesi ve yabancı ürünlere karşı ülke ekonomilerini korumaya yönelik tedbirlerin alınması olarak tanımlayabiliriz. Buna karşı olarak küreselciler tüketicilerin tercihlerinin kısıtlanacağını, fiyatların yükseleceğini ve verimsiz firmaların artacağını savunuyorlar.
Küresel sermayenin sömürüsü sebebiyle Ortadoğu ve Afrika'da artan yoksulluk insanların batı dünyası olarak tanımlanan ABD ve AB'ye göçünü artırmıştır. Bu durum ABD ve AB'de etno-dini nativistler ve laik kozmopolitler arasında çatışmalar yaşanmasına yol açmış ve son dönemde çatışmalar şiddetini gittikçe artırmıştır. Çünkü ekonomik milliyetçiliğin artmasında neden olan etkenlerden biri de "artan işsizlik" oranlarıdır. Bir ülkede işsizlik oranlarının yükselmesi o ülkede milliyetçiliğin yükselmesine ve ülkelerin yerel halkını göçmenlere karşı tavır almaya doğru itmektedir. Halkın oyunu almak isteyen siyasiler küreselleşmeyi her ne kadar savunsalar da ulusal çıkarları söz konusu olduğunda demokrasi, insan hakları, kişi özgürlükleri, azınlık hakları, uluslararası hukuk gibi değerleri çiğnemeye başladıklarını görüyoruz. İngiltere tarihi boyunca en büyük milliyetçilik hamlesi olarak BREXIT'i gösterebiliriz. Aynı şekilde milliyetçi söylemleriyle seçim kampanyasını yürüten Le Penu2026
Trump'ın Meksika'dan ithal edilen mallara %35, Çin'den ithal edilen mallara %45 gümrük vergisi getirmeyi ve ABD'de kurumlar vergisini %35'den %15'e indirmeyi vaat etmesi ekonomik milliyetçiliğe en net örnektir. Çünkü ABD merkezli küresel sermaye firmaları küreselleşme ile beraber üretimlerini Çin'e kaydırmış, ABD'de istihdama katkı sağlamamış, sanayi üretiminin zayıflamasına neden olmuş Çin'de ürettikleri ürünleri ABD'ye sattıkları için ABD'nin dış borcunun artmasına yol açmıştır. Reagan'lı 80'li yıllarda küresel sermaye destekli bire çok kurum küreselleşmeyi desteklerken Trump'ın milliyetçi politikalarına karşı büyük bir savunma yapıyorlar.
Bir ticaret izleme grubu olan Global Trade Alert 2009 yılında başlayan durgunluktan bu yana dünya çapında 7 bin korumacı politikanın uygulandığını ve maddelerin yarısının Çin'i hedef aldığını belirtmektedir.
Görüyoruz ki, ulus devletler gümrük duvarları örmeye başladı. Artan korumacı politikalar sebebiyle küresel ticaret zayıfladı ve küresel ekonomik büyüme beklentilerin altında gerçekleşti. Finansal krizden dokuz yıl sonra bugün bile uygulamaların aynı şekilde devam ettiğini görüyoruz. Sınır ötesi banka kredileri, uluslararası sermaye akımları keskin bir düşüş gösteriyor. Çok uluslu şirketler gelişmekte olan ülkelerdeki etkisini azaltmaya başladı. 2015 yılında küresel gelişmekte olan ülkelerden 540 milyar dolar civarında sermaye kaçışı oldu. Dünya Ticaret Örgütü'ne göre (DTÖ) 2011-2015 yılları arasında küresel mal ihracat değeri %10 oranında daraldı. Merkez bankalarının merkez bankası olarak bilinen ve Küresel sermayenin en önemli kuruluşlarından olan Uluslararası Ödemeler Bankası'na göre dünyadaki bankalardaki sınır ötesi kredi stokları 2008 yılında 35,5 trilyon dolar seviyesindeyken 2016 yılının üçüncü çeyreğinde %21 oranında daralarak 28,2 trilyon dolar seviyesine düştü.
Küresel sermayenin dünyada artan ekonomik milliyetçiliğin farkında olduğunu ve bu duruma uygun politikalar üretmeye başladığını görüyoruz. Küresel sermayenin en büyük yatırım şirketlerinden BlackRock Inc.'in CEO'su Larry Fink, şubat ayında yaptığı bir açıklamada, yeni bir kurumsal stratejinin ana hatlarını çizerek, çalışanlarına "Globalleşme geri çekiliyor. Almanya'da Alman, Japonya'da Japon ve Meksika'da Meksikalı olmalıyız" dedi. Aynı şekilde General Electric gibi endüstriyel firmalar daha lokalize bir dünya için yeni stratejiler geliştirmeye başladılar.
Dünya genelinde ekonomik milliyetçilik hızla yayılırken Türkiye'de bu süreçte gerekli hamleleri yapmak zorundadır. Küresel sermaye diktasında olan AB ülkeleri, Türkiye'nin ulus-devlet yapısını tehdit eden yabancı ağlar ile mücadele etmesiyle, tavırlarını daha net bir şekilde göstermeye başladılar. Ekonomik milliyetçilik kapsamında hareket ederek ülkemize sattıkları savunma sanayindeki bazı ürünlerin parçalarını satmama kararı aldıklarını haberlerden görüyoruz. Bu bağlamda millet olarak biz de yüksek teknolojili ürünlerin üretilmesi için ar-ge çalışmalarımızı artırmalıyız. Bunun için de kamu-sanayi-üniversite işbirliğinin ve çalışanlarda verimliliğin artırılması gerekiyor.
Küresel ekonomide artan milliyetçilik akımı gibi olağan üstü durumlarda siyasi iradenin ekonomi kurumlarıyla birlikte tam bir senkronizasyon içerisinde hareket ederek gerekeli politikaları hızlı bir şekilde belirleyip uygulamaya koyması gerekiyor. 16 Nisan referandumunda evet çıkması durumunda bu koordinasyonu sağlayacak sistem kurulacak, hükümet ve devlet kurumlarının hızlı karar almasıyla ekonomik güvenliğin sağlanması daha rahat olacaktır. Pazar günü sandık başında bunları düşünerek karar vermeliyiz.