Küresel Ekonomide Pus Hâkim
Soğuk Savaşın ardından dünya siyasi ve iktisadi dengesini oturtamamışken, kriz derinleşmeye devam ediyor.
SSCB’nin dağılması ile biten Soğuk Savaş hikâyesi sonrasında
ABD’nin çok uluslu şirketlerle birlikte tüm dünyayı hegemonyası altına alma
dönemini yaşadık. Küresel liberal kapitalizm akımıyla birlikle uluslararası
ticaret giderek artmış ve böylece ülkeler birbirlerine daha bağımlı hale
gelmişti.
Ancak 2008 yılında başlayıp etkisinin bir türlü geçmediği
küresel finans krizi sonrasında ülkeler gümrük duvarlarını yeniden örmeye ve
yerel işletmelerini koruma altına almaya başladı. Artan ekonomik korumacılık
ticaret savaşları haline geldi. Ancak son 30 yıl içinde aşırı küreselleşen
dünyada ülkeler birbirlerine öyle bağımlı hale geldi ki, artan korumacılık
küresel ekonominin içinde bulunduğu krizi daha fazla derinleştirdi.
BREXIT süreci ve ABD-Çin ticaret savaşları derken bir de
üstüne pandemi süreci eklenince, küresel belirsizlik katbekat arttı. Bu yıl
içinde ABD’de başkanlık seçimi olacak olması da finansal piyasalarda
belirsizliği artıran bir diğer etkenlerden biri oldu.
Salgın sebebiyle ilk aylarda birçok kısıtlamaların
getirilmesi ve evde kalma çağrılarının yapılmasıyla ekonomi treni aniden fren
yaptı. Bu durum birçok ülke ekonomisinin hızla daralmasına neden olurken,
ekonomik verilerde bozulma yaşandı. Artan belirsizliklerle birlikte özellikle
finansal piyasalarda yatırımcılar ne yapacağını şaşırdı. Gelen her haber
finansal piyasalarda büyük dalgalanmalara neden oldu.
COVID-19 virüsüne karşı aşının geliştirilmesi durumunda
belirsizliklerin kısa vadede küresel piyasalardaki belirsizliği azaltması
beklenmiyor. Zira 2000’li yılların başında başlayan küreselci-milliyetçi
düşünce çatışması, pandemi sürecinde şiddetini artırarak devam ediyor.
Soğuk Savaş sonrası çok uluslu şirketlerle birlikte dünya
üzerinde hegemonya sahibi olan ABD çok uluslu şirketlerin maliyet avantajı elde
etmek için yatırımlarını Çin’e kaydırması ile güç kaybetmeye başladı. Bu durum
Çin’in ekonomik gücünü artırırken yönetim biçimi ile de Çin’e küresel bir güç
kazanma fırsatı sundu. ABD’nin Çin’in bu yükselişinden rahatsız olmasıyla
birlikte ABD-Çin gerilimi tırmanmış, bu durum ticaret savaşlarına dönüşmüştü.
Güney Çin Denizi meselesine ABD’nin bazı ülkelerin çıkarlarını koruma bahanesi
ile müdahil olması gerilimi daha fazla artırsa da seçim sonrası hangi aday
seçilirse seçilsin gerilimin hemen sonlanmayacağını söylemek mümkündür.
Biden’in seçilmesi ile Trump’ın iptal ettiği TPP ve TTIP
antlaşmaları yeniden gündeme gelebilir hatta yürürlüğe geçebilir. Ancak
Trump’ın tekrar seçilmesi durumunda bir sonraki seçime kadar yeniden ötelenir.
Tüm bu belirsizlikler ortamında finansal piyasalarda yaşanan
dalgalanmalar, başta Türkiye olmak üzere, gelişmekte olan ülkelerin yerel para
birimlerine değer kaybettiriyor.
Tasarruf eksiği olan ya da Türkiye gibi tasarruflarının
büyük bir bölümü yastık altı olarak tabir edilen finans piyasaları dışında
bulunan ülkeler, büyümek için gerekli olan yatırımları finansa edebilmek için
küresel bankalardan veya finans kurumlarından borçlanmak zorunda kalıyor. Bu
durum faiz oranlarında artışa neden olurken işsizlik ve enflasyon gibi ekonomik
verilerde kronik problemlere neden oluyor.
Türkiye’de tasarrufların önemli bir bölümü yastık altında olması,
bilançoda tasarruf eksiği olarak görünüyor. Geçtiğimiz aylarda hükümetin
tavsiyesi ile bankalarda konut finansman maliyeti önemli ölçüde düşürüldüğü
zaman 90 milyar TL’lik yastık altı tasarruf piyasaya girmişti. Bu gibi
fırsatları gören hane halkı, yastık altı tasarruflarını ancak bu şekilde
çıkarmaktadır.
Yastık altından çıkan 90 milyar TL ile bankalar aracılığı
ile yaklaşık 9 kat daha fazla bir kaydi para oluşturarak piyasalara para girişi
sağlanmış oldu. Bu da piyasaların ihtiyacı olan paranın bir kısmını karşılamış
oldu.
***
Küresel belirsizlikler arttıkça Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidinde alt basamaklara inmeye başlıyoruz. İstikrar ve güven ortamında ise üst basamaklara doğru çıkılır. Küresel güç mücadelesi giderek şiddetini artırırken ABD-Rusya-Çin gibi nükleer silahlara sahip ülkeler adeta nüfuz çatışmasına girmişken belirsizliklerin kısa vadede ortadan kalkması mümkün görünmüyor. Biz de buna göre hareket etmek, pozisyon belirlemek durumunda kalıyoruz.