Küresel değişim
Bir tarafta dünyanın tüm nimetlerinden faydalanan, maddi anlamda doygunluğa ulaşmış, istikrarlı bir bölge, diğer tarafta ise kimsenin düşünmeyi, geleceğe dair plan yapmayı aklına getirmediği sadece hayatta kalmak için mücadele ettiği, kaosun hakim olduğu, çok uluslu şirketlerin hammadde ihtiyaçlarını karşılayabildikleri, yaşayanların insandan dahi sayılmadığı bir bölge...
Dünya elitlerinin yönünü belirlediği emperyalizmin var olan ve süregiden hedefi tam olarak bu.
Soğuk Savaş’ın bitişi dünya uluslararası sistemin mutlak doğrularının yeniden gözden geçirilmesi sonucunu doğurdu. Sistem durağan bir yapıdan değişken, daha az tahmin edilebilir bir yapıya doğru evrildi. Ulus devlet yapıları önemini yavaş yavaş kaybederken devletler üstü yapılar ve aktörler ortaya çıkmaya başladı. Avrupa Birliği bu yapılara en güzel örnek olmakla birlikte Avrupa Birliği’ne çeşitli anlamda benzer gerek askeri gerekse siyasi farklı yapılar dünyanın farklı noktalarında kurulmaya başlandı. Ancak yeni gelişen sistem bir şekilde dünyaya şunu dayatıyordu; “Medeniyetin beşiği Batı’dır. İnsan haklarını en fazla batılı değerler korur, insani ve dini hassasiyetlere en fazla Batı’lı toplumlar hassasiyet gösterir. Tüm dünya onların koyduğu değerler üzerinden hareket etmelidir ve batılılaşmalıdır.”
Evet, Batı; dizayn ettiği bu yeni mantalite ile emperyalizmin bir tarafı kaos diğer tarafı ise zenginleşmiş dünya hedefine zemin hazırladı. Dünyanın çeşitli noktalarında kendi hedefleri doğrultusunda yaptığı tüm katliamları adeta meşrulaştırdı, haklı gösterdi. Irak’ta milyonlarca insanı öldürürken ya da Suriye’de terör örgütleri eliyle hedeflerine yürürken aslında “demokrasi ihraç ediyordu”. Ya da Afganistan’da çocukları öldürürken aslında dünyadan “terörizmi temizliyordu.” Oluşturdukları “batılı düşünce üstündür” algısı ile hedeflerine giden her türlü terörizmi meşru bir zemine oturtmaya çalıştılar ve kaos içerisinde tutmayı başardıkları “diğerlerine” bunubüyük ölçüde kabulettirdiler.
Bugün dünyanın birçok noktasında insanlar sadece yaşamak için gayret gösteriyorlar. Batı dünyası obezite gibi hastalıklara çözüm ararken dünyanın bir diğer bir kıtasında çocuklar günde bir öğün herhangi bir gıda bulmanın ve hayatta kalmanın mücadelesini veriyor.
Tüm bu realitelere rağmen özellikle son dönemde kurulan bu sistem içerisinde çeşitli çatlaklar meydana geliyor. İdeolojilerin, milliyetçi kavramların ve ulus devlet anlayışlarının yok olmasını amaçlayan sistem, Avrupa’da yükselen milliyetçi akımlar, dünyanın çeşitli noktalarında yeniden yorumlanan yanlış/doğru ideolojiler ve tekrar değerlenen ulus devletçiliğin ivmelenmesi gibi ‘henüz olgunlaşmamış olsada’ başlıklar neticesinde yara almaya başladı.
Değişen sistemde, insani değerler noktasında Batı’nın önümüze koyduğu “gerçekleri” sorgulama, yeniden değerleme, tanımlama, geliştirme çabasını ortaya koyma zorunluluğu yanında uluslararası sistemde devlet olarak etkin olma noktasında da mevcut durumu gözden geçirme zorunluluğu doğmuştur.
Artık dış politika gerçeklerini Batı’nın dayattığı anlayış üzerinden doğru veya yanlış olarak iki seçeneğe indirgemekten vazgeçilmelidir. Uluslararası sistemde mutlak dostlar ve düşmanlar olmamalıdır. İttifaklarda, çıkarlarda sürekli bir değişim halindedir ve değişen dengeler üzerinden dinamik şekilde pozisyon alınmalıdır. Günümüzde karışık ve sürekli krizlerin hüküm sürdüğü oturmamış bir yapı mevcuttur ve bu yapıdan karlı çıkmanın tek yolu; uluslararası sistemin dinamik bir yapıya sahip olduğu tezinden yola çıkarak uluslararası güçlerin sistem içindeki konumlanışlarını doğru şekilde okuyarak refleks üretebilmektir.