Kurbanı hangi kaygılarla kesiyoruz?
Kurban günlerindeyiz… Bakalım kalan günlerimizi “kurban bilinci” ile yaşayabilecek miyiz?
Kurban kesenler kurban olmanın farkına varabilecekler mi?
Kurbanı hangi kaygılarla kestik?
İnsanların kınamasından kurtulmak için mi? Kıvanç için mi? Dostlar pazarda görsünler hesabına mı? Mahalle baskısından dolayı mı? Adet yerini bulsun diye mi? Gelenek ve göreneğin gölgesinde kalarak mı?
Bizden istenen kurbanın niteliğini biliyor muyuz?
İşte adını anarak kestiğimiz kurbanın kabul şartını Allah bize şöyle açıklıyor:
“Onların (kestiğiniz kurbanların) ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır. O’na ulaşan tek şey kalplerinizdeki takvadır. O bu hayvanları size amâde kıldı ki, sizi doğru yola eriştirdiği için O’nun yüceliğini ilan edesiniz. Öyleyse güzel davrananları müjdele.” (Hac, 37)
Evet, ibadetlerin ruhu takvadır…
Bu fiilleri örf ve adetten, tören ve şölenden çıkaran takvadır…
Kullukla kalite kriteri takvadır… Kurbanı kıymetli kılan da kurbanı kesen elin takvadan nasibidir.
Kurban salt ibadettir. İbadetlerin şekil şartlarından öte yeter şartı takvadır…
Kurban kurbiyet içindir…
Kurban, kişiye ne için kurban olması gerektiğini öğretir…
Kurban kesen kulun kalbi duruşu önemlidir… Geri planda selim bir kalbin devrede olması esastır…
Allah’ın adını anarak kestiğimiz kurbanı riya ile kirletmemek lazım…
Mesele sadece bir hayvanı boğazlamak olsaydı o zaman kasaptan ne farkımız kalırdı?
Bize Allah’a ulaşacak ve bizi O’na ulaştıracak kurbanlar lazım…
Habilce kurbanlar… İsmailce kurbanlar… Hüseyince kurbanlar…
Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki:
“Allah sizin şekillerinize, suretlerinize bakmaz, kalplerinize bakar.”
Kalıbımız değil önemli olan kalbimizdir… Esas olan niyet ve samimiyetimizdir.
Amellerimizle kime ve neye hizmet ediyoruz? Neyin peşindeyiz?
Sakın amellerimizi za’y etmeyelim… Kemiyete takılı kalıp keyfiyeti ıskalamayalım… Niceliği önemserken nitelikten kopmayalım…
Rakamların kutsandığı reklam dünyasında rıza ve rıdvana uzak düşmeyelim…
Bilelim ki, kıldığımız namazların rekâtları önemli değil, namazdan bize kalacak olan huşu ve haşyetimizdir…
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara” uyarısında olduğu gibi gaflet ve gösteriş ile içi boşaltılmış namazlar kılanın yüzüne çarpılacak… “Olmaz olsun namazınız” dercesine…
Yaptığımız hayır ve hasenattan dolayı aldığımız plaket, şilt, taktir belgesi, nişan o gün işe yaramayacak, yüreğimiz derinliklerindeki samimi duygular dile gelecek.
Düşmanı titreten yumruğumuzdan önce Allah korkusu ile titreyen yüreğimiz var mı, bizden bu istenecek.
Medyatik, sempatik yüzümüze itibar edilmeyecek, o yüzün arka yüzündeki yüreğimize bakılacak…
Üstün zekâmız, başarı grafiğimiz bir yere kadar… Sonrasında samimiyet ve sadakatimiz konuşacak…
Tanınırlığımız, taraftarlarımız, tirajımız, imajımız, karizmamız önemli değil, bizden istenen takvadır…
Kullukta sınıfta kalanı, nesebi, kariyeri, kapitali kurtaramaz…
Alkışlayanımız çok olabilir, adımız ve şanımızla dillere destan, gönüllere sultan da olabiliriz… Ama unutmayalım ki, tüm bunlar dünyevi değerlendirmelerdir… Allah katındaki değer ölçüsü ise sadece takvadır…
Topraktan geldik toprağa döneceğiz..
Tevazuyu elden bırakmayalım, takva yolundan kopmayalım…
Korkarım ki, iflasımız ve ifsadımız ihlassızlıktan olacak…
Biz ittika ve ihlasla Rabbimizi yüceltelim ki, O’da bizi yüceltsin…
Evet, önemli olan kurbandaki et değil, niyettir…