Kurban olduğum!
Kurban Bayramınızı tebrik ediyorum dostlar.
İbadetin ruhuna en uygun kavram:
Fedakârlık…
Feda edebilmek.
En kıymetlilerden vazgeçebilmek.
“Acaba biz, fânî muhabbetlerden ne kadar vazgeçebiliyoruz? Canımızı ve malımızı Allah yolunda ne kadar sarf edebiliyoruz? Tevbe Sûresi’nin 111. Âyet-i Kerîmesi’nde buyrulan; “Canları ve malları mukâbilinde cenneti satın alan mü’minler…” vasfına ne kadar lâyık hâldeyiz?..”
Sosyal medya hesabımda, sık sık “muhafazaKÂRlık” eleştirisi yaptığımı takip edenlerim bilir.
Kıymetlerimizin, kıymetlilerimizin muhafazası kısmıyla “muhafazakâr”lığı takdir ederiz elbette.
MuhafazaKÂR’lık, “kârı muhafaza” anlamındaysa, maddi çıkarlarımızı her durumda muhafaza ve müdafaa etmek…
Amaca giden her yolu meşru görmek ise…
Karakter aşınmasına sebep olan bir sıkıntı, muhafakaKÂRlık.
İnancımızı yaşantımıza uydurma kurnazlığı.
Demokrasinin özü de bu.
Maddi çıkarların için iyi olan, her zaman iyidir!..
Amaca giden her yol meşrudur!
Dün kara dediğine bugün ak, dün ak dediğine bugün kara diyebilirsin…
Toplumda “idealist” insanların oranı çok düşüktür.
Demokrasi ideallere hizmet etmez, menfaatlere hizmet eder.
Sistem, “emrolunduğu gibi dosdoğru olmaya çalışan” kişileri dışarı iter.
Menfaat ilişkileri, çarkları içinde yer alanlar, “demokrasi” dininin muteberleri olur.
Sistem, “hak” değil, “güç” esaslıdır.
Bugün güçlü olanın etrafında pervane olunur.
Güçlü olan güçten düştüğünde, yeni güçlülere yanaşılır.
Demokratik düzenin farklı yerlerinde konumlananlar, iddialarını farklı söylemlerle ortaya koyanlar aynı sistemin ürünleridir.
“Güç ilişkilerine” göre konumlananlar, daha da güçlenebilmek, olmuyorsa güçlerini koruyabilmek için “dünü” geride bırakmak…
Sadece bugüne bakmak mecburiyetinde kalırlar.
Max Weber, "Protestan Ahlakı ve Kapitalizm'in Ruhu" adlı kitabında "Kapitalizmin içine yerleştirilmiş Hıristiyan Ahlâkı" ifadesini kullanır.
Konservatizm, “Kapitalizmin içine yerleştirilmiş Hıristiyan Ahlâkı!.”
Siyonizm, “evlilik müessesine” çok büyük önem atfeden, “faiz”le kendince “savaş” içinde olan “Katolik” dünya görüşünü alt edebilmek için “konservatizm”i icat etmiştir.
Bu ideoloji, bize de “Muhafaza-KÂR”lık olarak geçmiştir.
İslam değil, İslam gibi!
Bu “dinden esintiler taşıyan” ideoloji, amaca giden her yolu mubah görür.
Konservatizm, konserveyle beslenmek gibidir.
“Tatlandırılmış konserve ürünler” tüketmeye alışırsanız, doygunluk hissine ulaşırsınız ama sağlıklı beslenmiş olmazsınız.
Günün birinde Allah muhafaza, çok fena hasta olursunuz!..
Beslenmeniz tabii olmalıdır.
Yaratan, insanoğluna sağlıklı beslenme için bütün nimetleri vermiştir.
Demokrasi, kapitalizm ve konservatizm (Muhafaza-KÂRlık) üçlüsü el ele vererek, o tabii nimetler yerine, yedikçe daha fazlasını isteten, alışkanlık-bağımlılık yapan ürünleri sunar.
“Siyah kola”ya alışırsınız, aynı lezzeti başkasında bulamazsınız!..
Her içtiğinizde vücudunuza “zehirli şeker” doldurursunuz.
Asit yüklersiniz.
İçtikçe de daha fazlasını istersiniz.
Gözünüz döner; çocuklarınıza bile acımazsınız…
Gözbebeklerinizi abur cubur ile zehirlersiniz.
Ve günün birinde, Gazzeli bebekleri katlederler sizin paralarınızla!
Öyle bir zaman gelir ki…
Gözünüz faiz oranlarında olur hep.
Yatırım araçlarının kıymetlerini belirlemede “faiz” oranları dikkate alınır daima.
Amerika Merkez Bankası Başkanı’nın her açıklamasına pür dikkat kesilirsiniz…
Onun ağzından çıkacak her söz, yatırımlarınıza yön verir.
Faiz oranlarını kısa süre içinde düşürecekler mi, yükseltecekler mi?
Rehberiniz bu olur!..
Bir yanda da vicdanınız vardır.
Gazze’de bebeklerin katledilmesi yüreğinizi acıtır.
Gözünüz, kulağınız bir yandan Gazze’de, diğer yandan da ABD'dedir.
Yatırımlarınızın “kârlı” hale gelmesi için ABD Merkez Bankası Başkanı’ndan beklentileriniz vardır.
Vicdanınız ise “kan, vahşet, gözyaşı” bitsin ister!..
Bu arada dünyanın farklı coğrafyalarındaki zulümler de gelir aklınıza…
“Gazze’yle ilgilenip Doğu Türkistan’ı görmezden gelmek olmaz!” dersiniz…
Zalim İsrail’e tepki göstermişken, arada bir Zalim Çin’e de çakarsınız!..
Bu arada, “Çin ile aramız bozulursa hiç de iyi olmaz!” endişesine düşersiniz…
Devlet Başkanınız, Soykırımcı İsrail’e şöyle en güçlü vurgularla yüklendiğinde, beyninizin bir yerinden “Bu heriflerle başa çıkılmaz, ister misin ABD bize dünyayı dar etsin!” düşüncesi geçer.
Bir vakitlerin tüp kuyrukları, yağ kuyrukları gelir yaşı yetenlerinizin aklına.
“Ya Halk Bankası Davası’ndan aleyhimize sonuç çıkarsa!” diye korktuğunuz da olur.
Mecburen,…
Reelpolitik takılırsınız…
Ve Kurban Bayramı gelir!
KURBAN OLALIM!
Osman Nuri Topbaş Hoca’dan…
Kurban Bayramı ne demek?
Kurban bayramı, Allâh’ın Halîli İbrahim (a.s.) ve oğlu İsmail (a.s.)’ın başından geçen, “Allah ile dostluk” imtihanlarının hikmet dolu hâtıralarıyla ümmet-i Muhammed’e lûtfedilmiş bir bayramdır. Bu günlerde îfâ edilen “Hac” ibadetinde de İbrahim ve İsmail (a.s.)’ın Cenâb-ı Hakk’ın emrine göstermiş oldukları teslîmiyet hâllerinden bir kısmı, mü’minlere birer ibadet rüknü olarak farz kılınmıştır.
“Kurban” kelimesi, “takarrub”, yani yaklaşmak ve Allâh’a yakınlık sağlamaya vesîle kılınan şey mânâlarına gelir. Cenâb-ı Hak, yakınlığına erebilmemiz ve kendisiyle “dostluk” iklimine kabul edilmemiz için, biz kullarından “kurbanlar” istiyor! Yani malımızla, canımızla, bütün imkânlarımızla “fedakârlık”ta bulunarak bu imkânları yüce dostluğuna vesîle kılmamızı arzu ediyor.
Bu hususta İbrahim (a.s.), malıyla imtihan edildi; cömertçe infakta bulunduğu için “Halil İbrahim bereketi”ne mazhar oldu. Canıyla imtihan edildi; Allah için canını çekinmeden ortaya koydu; Cenâb-ı Hak ona ateşi serin ve selâmet kıldı, gülistana döndürdü. Kendisinin devam eden parçası, oğlu İsmail ile imtihan edildi. Evlâdını Allâh’a kurban edeceği anda imtihanı kazandığına dâir ilâhî müjde geldi:
“‘Ey İbrahim! Rüyâyı gerçekleştirdin. Biz ihsan sahiplerini böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır!’ diye seslendik. Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık: ‘İbrahim’e selâm!’ dedik. Biz ihsan sahiplerini böyle mükâfatlandırırız.” (es-Sâffât, 104-110)
Kurban; merhamet, fedakârlık, tevekkül ve teslîmiyet tâliminin yapıldığı bir mevsimdir. Bu mevsimde İbrahim (a.s.)’ın Cenâb-ı Hak’la dostluk hususunda tâbî tutulduğu bu ilâhî imtihanları bilhassa hatırlamak gerekir.
Acaba biz, Allah muhabbeti uğruna fânî muhabbetlerden ne kadar vazgeçebiliyoruz? Canımızı ve malımızı Allah yolunda ne kadar sarf edebiliyoruz? Tevbe Sûresi’nin 111. Âyet-i Kerîmesi'nde buyrulan; “Canları ve malları mukâbilinde cenneti satın alan mü’minler…” vasfına ne kadar lâyık hâldeyiz?..
Düşünmeliyiz ki; Mekkeli müşrikler, Efendimiz (s.a.)’in önüne; nice irâdeleri eriten üç şey; yani servet, şöhret ve şehvet teklifleri ile geldiler. Efendimiz (s.a.) ise Hakk’a tam bir teslîmiyet içerisinde, şu müthiş cevabı verdi:
“Vallâhi, Allâh’ın dînini tebliğden vazgeçmem için, Güneş’i sağ elime, Ay’ı da sol elime koyacak olsalar, ben yine de bu dâvâdan vazgeçmem! Ya yüce Allah, onu bütün cihâna yayar, vazifem biter; ya da bu yolda ölür giderim!”
İşte kurban, nefsânî arzulardan vazgeçerek bu fedakârlık irâdesini gösterebilmektir.
x
(Altınoluk Dergisi, Sayı: 320, Sayfa: 032)