Kurban Hanne'ce adamak, Meryem'ce adanmaktır
Kur'an ve Sünnette birçok adanmışlık örnekleri sunulmaktadır. Ta ki adama ve adanma konusunda geri kalıp sonra dizlerimizi dövmeyelim. ''Adanmışlık Bilinci'' ilgili bir kıssa da Kur'an-ı Kerimin “Âli İmran” suresine ismini de veren İmran ailesinin kıssasıdır. Allah (cc) şöyle buyurur:
“Hani, İmran'ın karısı, "Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin" demişti. Onu doğurunca, "Rabbim!" dedi, "Onu kız doğurdum." -Oysa Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilir- "Erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan senin korumana bırakıyorum. Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi. Zekeriya'yı da onun bakımıyla görevlendirdi. Zekeriya, onun bulunduğu bölmeye her girişinde yanında bir yiyecek bulurdu. "Meryem, Bu sana nereden geldi?" derdi. O da "Bu, Allah katından" diye cevap verirdi. Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.”(Âli İmran 3/35-37)
Ayetlerden ne olarak anlıyoruz ki; İmran’ın eşi Hanne (ra) ciğerparesi çocuğunu Allah (cc) yoluna adayacak kadar fedakârdır. Hz. Meryem de büyüyüp bilinçlendikçe kendini Allah'a adayan annesi misali, sadakatli, samimi ve adanmış bir kişi haline gelmiştir.
Kendini Rahmana adayan Hz. Meryem'in bu tutumunun Rabbimiz tarafından bizlere örnek gösterilmektedir. Neden mi? Ta ki, kadınıyla, erkeğiyle biz Müslümanlar da İbrahim, İsmail, İmran, Hacer, Hanne ve Meryem misali adanmış bir bilinç içinde olalım. Böylece kulluk imtihanımızı; onlar gibi olmasa da onlara bir nebze benzeyerek kazanalım.
Rabbimiz ayette kendisinin seçip âlemlere üstün kıldım dediği dört isimden bahseder bunlar: Âdem (as)Nuh (as) Al-i İbrahim ve Al-i İmran'dır. Bunların ortak noktası yakın akrabalarıyla imtihan edilmiş olmaları ve bu imtihanı pekiyi derecesinde kazanmalarıdır. İbrahim (as) oğlunu Rabbi için kurban etmeyi göze almıştı. İmran ailesinde de İmran'ın eşi Hanne (ra) doğacak yavrusunu Rabbine bağışlamıştır.
Kurban Abdulmuttalib’çe Adamak,
Abdullah’ça Adanmaktır
Hazret-i Peygamber’in
bi’setine yakın dönemde tevhîd inancı yitirilmiş, Kâbe kavim ve kabîlelere âkit
putlarla doldurulmuş, Zemzem kuyusu da körlenip iptal edilmişti. Peygamber Efendimiz’in dedesi Abdülmuttalib, bir gün
Hicr’de uyurken rüyasında kendisine Zemzem kuyusunu kazıp ortaya çıkarması
söylendi. Daha sonra da bir işaretle kazılması gereken yer kendisine
gösterildi.
“–Mâbedimizin
yanını kazdırmayız.” diyerek ona mânî oldular. Abdülmuttalib’in henüz onlara
karşı duracak gücü yoktu. Bunun üzerine Abdülmuttalib, Allah (cc) kendisine on erkek
evlât verir ve bunlar da onu koruyacak çağa erişirlerse, onlardan birisini
Kâbe’nin yanında kurban etmeyi adadı.
Bir müddet sonra Kureyşliler, Abdülmuttalib’de
gördükleri bazı harikulade hâl ve işaretler sebebiyle yumuşadılar ve ona
müsaade ettiler. Abdülmuttalib kuyuyu kazdı ve Zemzem’i ortaya çıkardı. Zamanla
on evlâdı dünyaya geldi ve kendisini koruyacak çağa eriştiler. Bunun üzerine
Abdülmuttalib, Allah
(cc) için yapmış olduğu adağı onlara açtı. Onlar da:
“–Sen adağını
yerine getir, hangimizi istersen kurban et!” dediler. Abdülmuttalib:
“Allâh’ım! Ben
evlâtlarımdan birisini sana kurban etmeyi adamıştım. Aralarında kur’a
çekeceğim, onlardan dilediğine isabet ettir!” diye dua etti.
Kur’a Peygamber Efendimiz ’in babası Abdullâh’a çıktı.
Abdülmuttalib, kurban etmek üzere oğlunu Kâbe’ye götürdüğünde Mekkeliler, evlât
kurban etmenin âdet hâline gelmesinden korkarak ona mânî oldular. Abdülmuttalib’i
ikna ederek bir bilgine götürdüler. Âlim:
“–Sizde bir
insanın diyeti ne kadardır?” diye sordu.
“–On devedir.”
diye cevap verdiler. Bunun üzerine âlim:
“–Öyleyse
Abdullah ile on deve arasında kur’a çekin, kur’a Abdullah’a çıkarsa on deve
daha ilâve ederek yirmi deve ile Abdullah arasında tekrar kur’a çekin. Bu
sayıyı, kur’a develere çıkıncaya kadar onar onar artırın!” dedi.
Develerin sayısı yüze varıncaya kadar kur’a her
defasında Abdullah’a çıktı. Sayı yüze ulaşınca bu sefer kur’a develere çıktı.
Abdülmuttalib iyice emin olmak için kur’ayı üç defa tekrarladı. Bu esnada ayağa
kalkarak oğlunun kurtulması için Allah’a dua etti. Her üçünde de kura’nın
develere çıktığını görünce oradakiler, sevinçlerinden tekbir getirdiler. Sonra
Abdulmuttalib develeri kurban ederek etlerini tasadduk etti.
Resulullah (sav) atası İsmail (as) ve babası
Abdullah’ın kurban edilmek için seçildiklerine işaretle:“Ben iki kurbanlığın oğluyum.” buyurmuşlardır. (Hâkim, II, 609/4048)
Hani Nerede
Adayanlar ve Adananlar
Ancak bayramların gerçek manada
bayram olması ve ihtiva ettiği fayda ve hikmetlerin gerçekleşmesi ve bizlerin
icraatlarıyla olacaktır. Eğer bayramların isimlerinden başlayarak kendilerini
de değiştirme operasyonuna alet olup, “ramazan bayramı” yerine “şeker bayramı”
“kurban bayramı” yerine de “kebap bayramı” isimlerini kullanır ve bayramları
tatil yapma, gezip-tozma, eğlenme… Ramazan bayramında şeker, çikolata yeme,
kurban bayramında da mangal sefası sürme ve eğlence yerlerinde kurt dökme
partileri olarak değerlendirirsek feci bir cinayet işlemiş ve sosyal barış,
yardımlaşma ve dayanışmanın iki büyük kalesini kendi ellerimizle yıkmış oluruz.
Şunu
asla unutmayalım ki; Bir millet parası, silahları, teknolojisi ve nüfus kalabalığıyla değil
manevi değerleriyle güçlüdür. Bu manevi değerler din, iman, sılayı rahm (akrabalık bağları(, komşuluk, arkadaşlık, aile
vb. kurumlardır. Bir toplumda bu değerler ne denli güçlü, sıcak ve işler
durumdaysa o toplum o kadar güçlüdür. Bir toplumda bu değerler zaafa uğramışsa
o toplumda zayıftır. Eğer bir toplumda bu değerler yok olmuşsa o toplumun
kendisi de er veya geç yok olmaya mahkûmdur. Hatta belki yok olmuşta farkında
değildir. İşte bayramlar bu
manevi değerleri ihya edip yaşatmak için büyük fırsatlardır. Bu fırsatı iyi
değerlendirelim.