Kur’an’ı anlamak doğal bir ihtiyaçtır!
Allah, insanlığa hidayet kaynağı ve kalplerdeki hastalıklara şifa olması için Kur’an-ı Kerim’i göndermiştir. İnsanların Kur’an’ı okumak ve anlamak şeklindeki istekleri çok doğaldır. Kur’an’ı okumak ve anlamak isteyen insanların önünde hiçbir engel bulunmamaktadır.
Kur’an, sadece küçük bir grubun okuyup anlayacağı bir kült kitabı değildir. İslam, Allah adına dini tekellerine alan her türlü din adamı sınıfını ve din kurumunu yasaklamıştır. Allah ve insan arasındaki ilişki, direkt olup ben-sen ilişkisi şeklinde karşılıklıdır. Allah, insana şah damarından daha yakındır. Şah damarından bile insana daha yakın olan Allah, insanlığa, Kur’an’ı hidayet rehberi olarak yollamıştır. İnsan ve Allah arasında hiçbir aracı olmadığı gibi, insan ve Kur’an arasında da hiçbir aracı kişi, grup ve kurum olmamalıdır. Kur’an, sen-ben ilişkisi içinde Kur’an’ı okumalı, anlamalı, yorumlamalı ve hayatını ahlak, adalet ve akıl ölçüsünde yaşamaya çalışmalıdır.
Kur’an, bütün insanlığa hitap eden bir kitap olarak farklı yorumlanması gereken bir kitaptır. Her birey, kendi özgünlüğü çerçevesinde özgürce Kur’an’ı okumalı, anlamalı ve yaşamalıdır. Herkes için geçerli standart bir Kur’an yorumu yoktur. Her çağda farklı tefsirlerin yazılması, standart ve herkes için geçerli bir Kur’an yorumunun olmadığını göstermektedir. Kur’an söz konusu olduğunda onun yorumunun çoğulcu ve çeşitli olması kaçınılmazdır. Kur’an’la ilgili yorum farklılıkları, bir karmaşa, fitne ve kafa karışıklığı anlamına gelmemektedir. Kur’an’ı anlamak için ortaya konulan farklı yaklaşımlar, insan tecrübesinin çeşitliliğinin Kur’an alanına aktarılması demektir. Herkes, Kur’an’ı kendi özgün durumuna göre anlayıp insani tecrübesini Kur’an’la ilişkilendirmelidir. Kur’an’ı anlamada, tek tipleştirme değil, çoğulculuk esastır. Hiç kimsenin, kendi Kur’an yorumunu tek doğru yorum olarak insanlara dayatma şeklinde bir hakkı ve imtiyazı bulunmamaktadır.
Kur’an insanlığa öğüt olarak gönderilmiştir (Zuhruf, 43:44). İnsanlar, ahlak ve adalet çerçevesinde bir yaşam sürmek için Kur’an’dan öğüt almalıdırlar. İnsanların Kur’an’ın ahlakıyla ahlaklanarak canlı Kur’an’a dönüşme şeklinde bir sorumlulukları bulunmaktadır. Kişi, hayatını canlı bir Kur’an’a dönüştürmediği sürece, Kur’an’la sahici ve sahih bir ilişki kurmuş olmayacaktır.
Kur’an, hikmetle ve akılla anlaşılmayı istemektedir. Kur’an’ın tek düşmanı cehalettir. Akıl düşmanlığı yapılarak rüya, keramet, menkıbe, efsane, uydurma, hurafe gibi cehalet yollarıyla Kur’an’ı anlamak ve yaşamak mümkün değildir. Kur’an’ın düşmanı akıl değil, cehalettir. Kur’an, cehaletle anlaşılmaz. Cehalet, insan ve Kur’an arasındaki en karanlık engeldir. Allah, insanla kendisi ve Kur’an arasına hiçbir cehalet yapısının girmemesi için akıl tarafından Kur’an’ın anlaşılmasını, açıklanmasını ve yaşanmasını istemiştir.
İnsanların kendilerini yetersiz görüp Kur’an’ı anlayamayacakları şeklinde bir vehme kapılmaları büyük bir yanılgıdır. Kur’an, herkesin anlayabileceği bir öğüt kitabıdır. Birçok insanın, Allah’ın herkesin öğüt alabileceği yalın bir kitabı insanlığa hidayet rehberi olarak yolladığı gerçeğini kavramakta zorlanmaları, bir çocuksuluk halinin yansımasıdır. Kur’an, insanların düşünmelerini ve akletmelerini isteyerek çocuksuluktan kurtulmalarını ve olgunlaşmalarını istemektedir. Kur’an, insanlığı cehaletinden çocuksuluğundan kurtarıp aklın ve ahlakın aydınlığına çıkarıp olgunlaştırmayı hedefleyen bir rehberdir.
İnsanlar, Kur’an’ı anlamanın önünde Arapçayı engel olarak görmektedirler. Kur’an’ı anlamak için Arapça öğrenmenin şart olduğu şeklinde bir kabulle hareket etmektedirler. Arapça öğrenmek yardımcı olabilir, ancak yeterli değildir. Kur’an’ı anlamada insanların üzerinde düşünmesi gereken temel mesele Arapça değil, akılcadır. İnsanlar, akılca ve düşünce kapasitelerini geliştirerek Kur’an’ı anlamak, açıklamak ve yaşamak için çaba sarf etmeli ve sürekli olarak Kur’an’ı dinamik bir şekilde anlamlandırmanın arayışında olmalıdırlar.