Kur'an-ı Kerim
Günlerdir bütün Müslümanları, hatta insaf sahibi gayr-ı Müslimleri çok üzen ‘Kur’an-ı Kerim’i yakma hadisesi’, dünyanın muhtelif ülkelerinden ağır tepkiler almaya devam ediyor. İsveç hükümeti büyük infial uyandıran bu protestolar karşısında olaya baştan savma bir eleştiri getirdi ama bu kuru sözler kimseyi tatmin etmedi. Teröristlerin hamisi küçük ülke, bilhassa Türkiye’de her kesimden yükselen itiraz sesleri karşısında zor durumda. NATO’ya girişinin tarafımızca engelleneceği korkusunu duymalı, kirli adamı hemen tutuklayıp cezalandırmalı. Yetmez, barındırdığı terör örgütleri PKK ve FETÖ’nün kaçak mensuplarını derhâl Türkiye’ye iade etmelidir.
Yaşananlardan ders çıkarmalı, ibret almalıyız. Demek
ki Batı’da İslam’ın hasımları var, Kur’an-ı Kerim’i yakmaya cüret
edebiliyorlar. Öyleyse biz Müslümanlar da yüce kitabımıza sımsıkı sarılmalı,
onu anlamaya çalışmalıyız. Hadislerle, tefsirlerle, din âlimleri ve
mutasavvıfların eserleri ışığında dinimizi en iyi şekilde öğrenmeli, ardında
hayatımıza uygulamalıyız. İnsanlığa gönderilen “son” kutsal Kitabımızın “ilk” sözü
“Oku” ise bütün müminler bu emre uymalıdır. Şükürler olsun ki Türkiye’de son
yıllarda okuma oranında ciddi bir artış var. Bizdeki bu müspet gelişmeyi, diğer
56 İslam ülkesi de benimsemeli, çocuklarına ve gençlerine okumayı
sevdirmelidir.
Edebiyatçı yazar Taha Çağlaroğlu’nun bugünlerde iki
eseri neşredildi. Hiçbirşey Yayınları’ndan çıkan Sanat ve Vicdan, yazılardan Son
Gün Fotoğrafhanesi ise hikâyelerden meydana geliyor. Çağlaroğlu 1980’lerde
aynı muhitlerde bulunduğumuz seçkin bir kalem erbabıdır. Edebiyat öğretmenliği
yaptı, dergi ve gazetelerde çalışmalarını yayımladı. Farklı türlerde olan Yüzleşen Tutanaklar, Canım Üstadım, Ahmet Poyraz Hatıra Kitabı, Çocuk
ve Ramazan, Güzeleylem, Yürek Sorgusu, Risale-i Nur Estetiği isimli eserleri var.
Sadık Yalsızuçanlar, Sanat ve Vicdan’ı takdim ederken yakın dostundan şöyle bahsediyor:
“Taha Çağlaroğlu, şiirle başlamıştı yazı hayatına. Hâlen şiire sadık olmakla
birlikte, deneme, araştırma-inceleme ve öyküler de yazdı. Şiirleri, öteden beri
gıdalandığı Risale-i Nur tefekküründen söyleyişler, soyutlama biçimleri,
mazmunlar, mecazlar taşıyordu. Şiirinin metafiziksel imaj dünyası bakımından bu
kaynaktan içtiği söylenebilir. Yazıları da öyle gelişti. Bilhassa deneme ve
inceleme türünde yazdıkları, beslendiği kaynağı daha derinden kavrama çabası
taşıdı. Bu çabaya, o kaynaktan hareketle genel edebî ve fikrî meseleleri
tartışma, sorgulama ve öneriler üretme eşlik etti.”
Eserin adı muhtevasını yansıtıyor ama yazar ön
söz’de mevzuyu biraz daha açıyor; sanat ve vicdan arasındaki münasebeti
kurcalıyor, okuyalım görelim: “Sanatın da bir rahmet olduğunu idrak edebilmek
için sanatın zengin dünyasından haberdar olmak, ondan yansıyan ışıltılarla
fikrimizi renklendirmek gerekir. Sanat rahmetini hak edebilmek, çabayı istilzam
eder, dönüşüm ister, hem de sürekli. İnsanı anlamaktır işin künhü. İnsanı
tanımak. Zaaflarıyla, arayışlarıyla, gururu ve kibriyle, aldanış ve
kabullenişleriyle, meydan okuması ve geri çekilmesiyle, merhameti ve zulmüyle
insandın sanatın içindeki.”
Sanatın üzerinde kafa yoran yazarımıza göre, “Sanat
aldansa da vicdan aldanmaz. Sanata layık olmak, sanatı kavrayacak bir ruhu
taşımak, bu rahmetin kapısını doğru çalmak, bir de sanatın içinden seslenmek.
Sanatla aramak. Sanatın dillerine müracaat etmek, ruhların arasında esen tatlı
rüzgârı sanatla aralamak, keşfetmek, ezel bezminden gelen dostlukları, nurları,
ziyaları, ferahlıkları sanatın dilleriyle ifadelendirmek…” Bütün ideal
sahipleri gibi ümidini koruyor Çağlaroğlu, “Bir ince çığlık, bir güzel ses!
Vicdan… Sanatı vicdan kurtaracak!” diyor. Daha ne desin?
Taha Bey, ‘sanat’ın ve ‘vicdan’ın peşine düşerken
geniş bir araştırmaya giriyor ve bizi farklı limanlarda şair ve yazarların
gemilerinde ağırlıyor. Bir ayağı iç sesinde dururken diğer ayağıyla bütün edebiyatçılarımızı
dolaşıyor, tefekkür âlemini kucaklıyor. Necatigil’den Tanpınar’a, Necip
Fazıl’dan Sezai Karakoç’a uzanan muhtevalı bir tecessüs evreni. Eski edipler,
yeni şairler, yazarlar âdeta resmigeçit hâlinde sayfalarda arz-ı endam ediyor.
Ben doğrusu bilmediklerimi öğrendim, duymadıklarımı işittim. Eserin özünde
vicdanın inanca yaslandığı gerçeği gözler önüne seriliyor. Benim de çok
sevdiğim Reis Bey’deki o merhamet nutkundan
bahsediliyor: “Necip Fazıl Kısakürek’in Reis
Bey adlı piyesi, tam bir vicdan tutanağıdır. Bir cinayete kurban giden
yaşlı bir kadının oğlunu yanlış verdiği kararla idama gönderen Reis Bey,
cinayetin gerçek faili ortaya çıkınca görevinden istifa eder. Artık “Üzerimde
hakkı olmayan tek insan göremiyorum.” diyen Reis Bey, çok derin vicdani
muhasebelere dalar. Sabahlara kadar uyuyamaz, ağladıkça anlamaktadır.”
Çağlaroğlu iyi düşünen, başkalarını düşündürmeyi de seven bir yazar, okunmalı.