Kur'an ayı Ramazan'da Kur'anî duruşumuz
Buruk Ramazan, batıda çok daha
buruk ve melül durumdadır. Çünkü sair zamanlarda olmayan ibadet coşkusu,
ramazanlarda bir nebze olsun, kımıldıyordu. Bir de sosyal aktivitelerin de
büyük bir kısmı ancak ramazanlarda yapılabiliyordu. Zaten Avrupalı
Müslümanlarda, camilerle olan bağ daha çok kültürel bir renk arz ediyordu.
Geceleri uygulanan sokağa çıkma yasakları, birçok aktiviteyi doğal olarak
ortadan kaldırdı.
Bu plandemi hastalığı yeni çıkıp
ta camiler kapanınca, insanlarımız ciddi üzüntüler izhar ettiler. Özellikle
cami ve cemaat konusunda feryad-u figanlar yükselmeye başladı. Ama ne yazık ki,
birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da bağışıklık ağır bastı. Kısmi
serbestlikten sonra insanların camilere akın etmesi beklenirken, tam tersine
cemaatlerde eksilmeler oldu. Daha önce, en azından Cuma ve bayram günlerinde
hınca hınç dolup taşan camiler, şimdi iki kişi aralıklı saflarla ancak doluyor.
İşte bu
garip durum, Avrupa’da çok daha fazlasıyla mevcut. Zaten iş disiplini, Avrupalı
Müslümanları zorluyordu. Bazen dakika farkla Cuma namazını terk etmek zorunda
kalan nice insanlar var. İş yerlerinde namaz kılamama sorunu da önemli bir etkendir.
Hani “özgürlük” “inanç ve fikir hürriyeti” “insan hakları” vb. makyajlı ve
süslü sloganlar, batılıları çağdaş putlarıdır. Cahiliye insanları, tapındıkları
helvadan putlarını acıktıkları zaman yedikleri gibi, batılılar da bu putlarını
gerektiğinde hemen yiyiveriyorlar.
Ama Avrupalı Müslümanları,
zorlayan bundan çok daha etkin sebepler var. Tabi en başta her yanı kuşatmış
olan “ibahiye” yeni sınırsız ahlaksızlık anlayışı gelmektedir. Özellikle genç
kuşak, bu büyük belayla kuşatılmış durumdadır. “Şehvetin gözü kördür” ifadesini
duymuşsunuzdur. Şehvetinin baharında olan gençliğin önünde, kapıları sonuna
kadar açılmış bulunan ibahiye anlayışı, batıda genliği perişan etmektedir.
Yalnız batıdaki bu tehlike,
bizdekinin çok daha önünde ve ötesinde bir durumdur. Çünkü buralardaki okullar
ta ana okulundan başlayarak, taze dimağlara şehvet pompalamaktadır. LGBTİ,
cinsiyet eşitliği” vb. çalışmalar, buralarda çoktan Nirvana’ya yani zirve
noktasına ulaşmış durumdadır. Öyle ki, artık buralarda ahlaktan bahsetmek
garip, namustan bahsetmek, neredeyse suç sayılır durumdadır.
Yani sınırsız ahlaksızlık dersleri,
tüm okullarda devlet eliyle ve kanun sopasıyla verilmektedir. Ailelerin bu
konuda itiraz etme hakları da yok. Diretir de; “anaokuluna giden çocuğuma
cinsellik dersleri, ilk okula giden çocuğuma eşcinsellik dersleri verilmesini
istemiyorum dersen” çocuğun bir daha verilmemek üzere aileden alınma tehlikesi
vardır.
Yani çocuklarımızın; din, iman,
örf, adet ve kültürleriyle tanışmaları, daha çok cami üzerinden yürütülüyordu.
Şimdi bu kanal tıkanmış durumdadır. Kısmen okullarda isteğe bağlı Türkçe
dersleri vesilesiyle okullarda vatan, millet kültürü veriliyordu, plandemi
sebebiyle okullar da tatil. Zaten bilgisayar oyunları tutkunu olan nesiller,
dijital dersler vasıtasıyla biraz daha, sosyal medya bağımlısı haline
getirilmektedirler.
Bir başa engel de İslami
anlayıştaki kaymalardır. Avrupa’daki Müslümanlar çocuklarını camiye
gönderirken, ölünce kabirleri başında kendisine “Yasin” okuma hedefi
koymaktadırlar. Çocuk, Allah'ın (cc) kitabını okuyup anlama ve hayatında
yaşamak yerine, anne babasına Yasin okumak merkezli bakmaktadır. Bu kasır
anlayış, zaman içinde köklü bir İslam anlayışına dönmektedir. Yeni kuşak
nesillerimizi bekleyen büyük tehlikelerden biri de İslam anlayışındaki bu
kaymadır.
Sahabeler (Rıdvanullahi aleyhim
ecmeîn) Kur’an’ı okuyup anlamakta yarıştıkları gibi, hükümlerini yerine getirip
yasaklarından kaçınmak hususunda da yarışıyorlardır. İşte bu yüzden onlar; dünya
ve ahretin en mesut insanları oldular. Bu çağın Müslümanları ise, Kur’an’ın
hayat prensiplerini terk edip, sadece kabirler üzerinde ve taziye günlerinde
okumak suretiyle, ona bir ölü kitabı nazarıyla baktıklarından zillete düştüler.
Dolayısıyla Allah’ın şu sözü onlara hak oldu: “Peygamber: “Ey Rabb’im!
Doğrusu milletim bu Kur’an’ı terk edilmiş halde bıraktılar” dedi.” (Furkan
25/30)
Halbuki Allah (cc) Kur’an’ı, onu
anlayıp hayatlarına tatbik etmeleri için dirilere gönderdi. Kur’an ölüler için
gönderilmiş bir kitap değildir. Ölülere Kur'an okunmaz mı, elbette okunur. Ama
asıl indiriliş gayesi, dirilerin hayatını tanzim etmek, onlara bir ruh ve şuur
vermek ve onları yeryüzünde Allah'ın (cc) halifeleri kılmak içindir.
Kur'an, yüce Allah'ın (cc) tüm
insanlığa mesajıdır. Onları karanlıklardan aydınlığa , bataklıklardan selamete,
zilletten izzete, şekavetten saadete, duyarsızlıktan ve bilinçsizlikten sorumluluk
bilinci ve gerçek insanlığa çıkarmak için gönderilmiş bir kitaptır. Kur'an tüm
insanlık için bir hayat programıdır. Onlara bir yaşam tarzı, bir hayat düzeni
belirler.
Kur’an , insanın endişelerini , korkularını, şaşkınlığını, tereddütlerini bertaraf ederek ; kalbini, gönlünü ve vicdanını rahata, güvene ve huzura kavuşturur. Manevi yönden onu bilinçli ,duyarlı, dikkatli ,alçakgönüllü, basiretli hale getirmeye özellikle özen gösterir. İnsanı, içindeki fıtratındaki vicdanındaki , ruhundaki, düşüncesindeki, karanlıklardan kurtarmaya bu alanların hepsinde açık ve net bir aydınlığa çıkarmayı hedefler. Allah (cc) şöyle buyurur: “Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten bu ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır. (Bu gerçekler size tebliğ edildi) Ki (Kur’an’la kalpleri) diri olanları uyarsın (ve hidayet yolunu göstersin) ve inkâr edenlere de (azap) söz(ümüz) hak olsun ve gerçekleşsin (ve hiçbir bahaneleri kalmasın diye gelmiştir).” (Yasin 36/69-70)