Küpeli Kalem
Yazmak arındırıyor. Toplumsal tövbeye benziyor. Kusur görmeye ve kusuru bir daha işlememeye ilk adım. Özür dilemeye...
Tövbede; kötü bir durumu, bir gidişatı, hatta gidemeyişi fark etme var. Tıkanmayı... İlkin hayatın barışa doğru akış nöbetini tutanların fark edebileceği bir şey bu. İyi biliyor ki; coşkuları düzenli bir akış değil, durağanlık ve kokuşma var. Su felç olmuş, toprak ayaklanmış. Durum acil. Hep beraber uyanalım diye tıkanmanın üstüne üstüne kalem sallıyor yazan. Bir değişim arzusu alıp gidiyor satırları. Yazan; kusurlardan, toplumsal huzursuzluklardan arınmaya başlıyor. Hayalin etkisinden gerçeğin ağrısı bir parça azalıyor. Hatta henüz ve belki hiç yaşamadan "ben vazifemi yaptım" rahatlığı veriyor . Yazıdan gayrısına bananeci oluyor kimi kalemli. Böylesi yazmak kurnaz günahkarlık, o da biliyor.
"Şerh ederim halimizi" diyor ukalaca. Kalem; ortak kalbe cerrahi müdahaleyi yapan bir neşter edasına bürünüyor bu defa. Eski ve tanınmış bir cerrah ihtisasıyla, lekeler sanki alınmış gibi bir bir ortaya konuyor.
Şikayetle, hesap sormakla başlıyor her şey. Soru gitmek, cevap durmak oluyor. Sorular çoğalınca sorgulama günleri yaşıyor insan ve toplum. Ay; o kafatasının içine doğuyor, içinde ölüyor. Kalabalıklar ölmüş keyfinden. Onda uyku tünek yok. Çapraz sorgulamalar. Ağırlaştırılmış kıyamet. Sanıldığı gibi acı bir son değil. Öncesi bir hatırlatma. Bir umut. Daha güzel olanı başlatma...
Devamında kötüden iyiye bir geçiş mümkün. Kalemin yürümesi aklın yürümesi oluyor. O huylu poslu kurşun yan da yatabilirdi. Sözleriyle birebir onun olmayan dertleri can evinden vurmayabilir, derman peşine hiç düşmeyebilirdi. Klavye tozlanabilirdi. Akıl da...
Hatta öyle bir noktaya geliyor ki yazma yolculuğu; iyiden bile huzursuz oluyor. İyinin yakasına yapışıp, "İyiliğin arkasında bir tembelliğe sığınma, seçkinciliği bırakıp neden daha iyi olmak için ayaklanmıyorsun?" sorusunu soruyor. İyi bile kendisine "Neden daha iyi değil?" dikenini batırıyor. Rahatı sevmez yazmak. Bir tür rahatsızlıktır. Fazla rahatsız edici belki. İstenmeyen vaiz, kim bilir.
Şüphesiz; bir tövbe atağıdır yazmak. Huzursuz olmadır var olandan. Olmayanı aramaktır. Kötüden iyiye, iyiden daha iyiye doğru bir dönüşüm yolculuğudur.
Bu yolculuğu yalnız yaşamak istemez hiç bir kalem. Hiç bir suç yalnız işlenmez zira. Aynı anda pek çok kişi aynı yanlışlardadır. Birbirinden habersiz. Birbirinden pekala haberli. Yazı göstermelik perdeleri açar. Duvarları döver. Işıkları açar. Güneşle tanıştırmak istediklerinin listesini geceden yapar.
Düşünceleri paylaşma telaşı, aklın yürüyüşüne yol arkadaşı arama, kalp kalbe bakma isteğidir.
Geçenlerde, soğuğun ilk kez bu kadar kimlik kazandığı günlerden biriydi ki; üşüye dona bir çay evi aranırken sönmüş kırmızıya boyalı bir eski konak köşeden el etti. Surlar bizi bir sahaf müzayedesine götürdü. Kitaplar bir, iki, üç derken en fazla on liraya satılıyor. Kimi kitaplar ise ismi ve yazarı bile anılmaksızın beş on taneli desteler halinde bir liraya gidiyor.
İnsan; "Maşallah(ş şeddeli) herkes, ama herkes yazmış" demeden edemiyor kimi kitapları görünce. Yazılmamış konu da kalmamış gibi...Yığınlar ve desteler halinde kitaplar arasında; -yazmasaydı eksikliği hissedilir miydi sorusuyla, yazmasa eksilir miydi? - sorusu arasında kalıyorum. Yazdıkları belki sadece kendisini artırdı. Arıttı ya da bilemeyiz. Yazının başlarında yazmayı bir tövbeye teşbih etmem ondandı. Kimse anlamadı belki, kimse kale almadı yazanın anladıklarını. Fakat kendisi anladı. Ağladı bir başına. Yıkandı yundu kim bilir...
Şimdi bu eskimiş kapaklar arasında kimlerin yapayalnız arınma yolculuğu, kimlerin itirafı, romanı, kimlerin neşesi veya ağıtları var kim bilir...Yazıldıktan hemen sonra zirveden şairini kibre yuvarlamış şiirler. Roman olamadan kalmış uzatmalı/uzun veya kısa boylu öyküler. Soğuk yüzlü edebiyatsız bilimsel kitaplar. İrfana ermiş ilim yaprakları. Ağaç kokulular. Tuğla kadar kalın olanları. Dertler kanunu, şikayetler listesi, çözümler, tavsiyeler, yapabiliriz tadında sönüp gitmiş coşkular, cesur sorular, ürkek cevaplar...
Fakat şimdi burada işte neredeyse kilo ile kuruştan gidiyor. Bir fiyat bile konmadan. Fiyat hiç bir zaman değeri karşılayacak güce erişemez gerçi. Ya da bazı kitaplar daha değersizdir fiyatından. Hediyesi kuruşlu, kuruşsuz. Yine de sembolik bile olsa insan kırılıyor böyle ucuza, kim vurduya gider gibi gitmesine kitapların.
Bazen yazmaya tövbe edecek kadar...
İtiraf etmeliyim. O gün kalem bir küpe daha taktı kulağına. Yazacaksan hakikaten yazılması gerekeni, yazılması gerektiği gibi yazacaksın küpesini...