Kulun kuldan razılığı
Günlük
hayatımızda işlediğimiz günahların büyük bir kısmını maalesef ki kul hakkı
oluşturuyor. Bazen gereksiz yere karşımızdaki insanların zamanından çalıyoruz,
bazen dedikodu ve gıybet gibi eylemlerle yanımızda olmayan kişilerin hakkını
yiyoruz, bazen de yaptığımız işin hakkını tam olarak vermediğimiz ve üzerimize
düşen sorumluluğu yerine getirmediğimiz için başkalarının hakkına giriyoruz. Bu
örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama insan, sadece bir günlük yaşantısına bakıp
kendini teraziye koyduğu zaman yapılan yanlışların neticesinde birilerinin
hakkını yemiş olduğunu görecektir.
Başkasının
sınırlarının başladığı yerde insanın kendi sınırlarının çizgisinin belirgin bir
şekilde çizilmiş olması gerekir. Artık bir adım öteye geçmemelidir. İhlal, kul
hakkına aralanan ilk kapıdır ve o kapıdan bir defa geçme cesaretini gösteren
kişi sürekli o kapıyı aşındıracaktır. Bu anlamda her şeyin ilki zordur, gerisi maalesef
çorap söküğü gibi gelmektedir. İlk hataya her zaman dikkat etmek ve ilk hatayı
yapmamak için çaba sarf etmek gerekir.
Günlük yaşantımıza
tekrar dönüp baktığımızda yaptığımız hataların birçoğunun bedelini hep
başkaları ödemektedir. Bu da bize yediğimiz kul hakkı olarak dönmektedir.
“Benden sonrası tufan…” türünden söylemler bencillik denizine
açılan bir gemi misali ruhumuzun yalnızlaşmasına ve karşılaştığımız ilk
fırtınada alabora olmamıza neden olur. Menfaat üzerine kurulan ilişkilerde günü
birlik kazançların hesabını güdenler geleceklerini yenilgiye ipotek
ettirdiklerinin farkında olmadan yaşayan beyhudelerdir. Küçük kazançlar büyük
yenilgilerin habercisidir ve içinde her zaman kul hakkı barındırır.
İnsanlığını ve
hayatını inanç libasıyla süsleyenler ise kısa vadede kaybetmiş görünseler de
uzun vadede gerçek kazananlardır. Gerçek kazancın yolu da günahlarımızın büyük
bir kısmını teşkil eden kul hakkı yememekten geçer.
“Müslüman elinden ve dilinden zarar görülmeyen
kimse” olması
gerekirken bize ne oldu da en çok zararı Müslüman Müslümana verir oldu? Her
şeyin hesabını verebilsek bile bunun hesabını veremeyiz. Bize güvenen
insanların güvenini suiistimal etmek emanete ihanet etmek demektir. Bu anlamda
da münafıklığın üç alameti karşımızda aşılmaması gereken üç günah olarak
durmaktadır. Söz verdiğimiz zaman sözümüzde durmalı, konuşurken her daim doğru
sözlü olmalı ve bize bir şey emanet edildiği zaman emanete ihanet etmemeliyiz.
Bu üç duruşun yıkılması demek temelde kul hakkı yediğimizin göstergesidir.
Yüce Allah
Bakara Suresi; 188. Ayette: "Aranızda birbirinizin mallarını haksız
yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek
için onları hakimlere (rüşvet olarak) vermeyin." buyururken ve alemlere
rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (SAV), "Kimin üzerinde din
kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün
bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden evvel o kimseyle helalleşsin!”
(Buhârî, Mezâlim, 10; Rikâk, 48) derken biz kul hakkını yemiş olmanın kötülüğünü
zihnimizden silerek her fırsatta dünyanın eğlencesi içinde kaybolmaya başladık.
Sorsan adımız Müslüman, lakin eylemlerimiz günaha davetiye çıkarır oldu.
Hayatımızın sıratı olarak duran kul hakkı çizgisinin üzerinde pervasızca yürür
olduk. Pervasızlığımızın kaybımıza neden olabileceği düşüncesini zihnimizden
silerek yaşamaya devam ettik.
Allah'ın
kulları üzerinde hakları olduğu gibi kulun da kullar üzerinde hakları vardır.
Kulun kuldan rızası olmadan cennete girmenin mümkün olmayacağı belirtilirken
kul hakkı konusunda bu kadar rahat olmamız bizi niçin ürkütmüyor? Cenneti
arzularken eylemlerimizi cehenneme göre yapıyor olmamız büyük bir çelişkiden
başka nedir?
Hayatımızın
inşasının temellerine kul hakkını yerleştirip yaşarken inanç binasının odalarında
saklı olan gözyaşların bedeliyle Allah’ın huzuruna hangi yüzle çıkmayı
düşünüyoruz? Bu dünyadan kimsenin sağ çıkmayacağı ve gidenlerin geri dönmediği
gerçeğinin bilincimizde yer ettiğini bildiğimiz halde hala açık olan tövbe
kapısından geçip Allah’ın rahmetini ümit etmek için neyi bekliyoruz? Açık olan
kapılar kapanmadan üzerimizde olan kul haklarını helalleşerek affettirip bir
daha yapmamak üzere Allah’ın rahmetine sığınalım.
“Umulur ki Rabbim bizi, bundan daha doğru olana ulaştırır.” (Kehf Suresi, 24. Ayet)