Kültürün izinde (3)
"Berrak bir yaz gecesidir. Kenan ve ağabeyi Mustafa, evlerinin damında sırtüstü uzanıp yıldızları seyrederken kendi yıldızlarını seçerler. Günün birinde Almanya'dan dayıları gelir. Mustafa'ya bisiklet getirir. Kenan'ın ağabeyinin de bir bisikleti vardır artık. Bisikletini o kadar seviyordur ki, Kenan'ı bile yaklaştırmaz yanına. Kenan her defasında yalvarır, huysuzluk çıkarır fakat ağabeyi bisikletini paylaşmak istemez. Bir gün dayısıyla damda otururken bir yıldız kayar. Kenan kayan yıldızlara ne olduğunu sorar. Dayısı 'Eğer bir yıldız kaydıysa o yıldızın sahibi ölmüştür.”
Mustafa Kutlu’nun hikâyesinden
uyarlanan Yıldız Tozu filminden bir
kesit.
Türklerin eski inancı Şamanizm de herkesin bir yıldızı
olduğuna, o yıldız kayıp söndüğünde o kişinin de öleceğine inanılır.
Bugün de bu anlayış -az da olsa- devam etmektedir.
Yıldız, Gök Tanrı inancıyla alakalıdır.
Oğuz Kağan’ın, nur içinde inen hanımından doğan çocuklarının
isimlerinin Gün, Ay, Yıldız; ağaç gövdesinden zuhur eden hanımından doğanların
isimlerinin ise Gök, Dağ, Deniz olması, yüksekten alçağa doğru
kademelendirilmesi, devlet yönetiminin özellikle Gün, Ay ve Yıldız’ın
çocuklarına verilmesi bu inancın bir sonucudur.
Divan, Tasavvuf ve Halk edebiyatında sıkça kullanılan bir
simgedir, yıldız.
Mevlana Celâleddin-i Rumî diyor ki:
“Kim bir yıldızla
ilgiliyse, o yıldızla, kendi yıldızıyla koşup durur o.
Talihi, Zühre (Çoban
Yıldızı/Venüs) ise gönlü tümden çalgıya,
çağanağa, akar, aşk aramaya koyulur, o sevdaya düşer.
Kan dökmeyi huy
edinmiş Mirrîh (Mars) yıldızıysa
yıldızı, savaş, iftira, düşman arar o.”
(Adülbâki
GÖLPINARLI, Mesnevi ve Şerhi 1.cilt, s. 206, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul,
1985)
Bugün elbette şamanizmin gereği olarak değil, sadece meramı
anlatmak için kullanılmaktadır.
Mehmet Akif ERSOY, İstiklâl
Marşı’nda:
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin
yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.” derken Türk’ün
daima yaşayacağını vurgulamıştır.
Yıldızı parlamak, yıldızı kaymak deyimleri sadece deyimdir, inanç
değildir
Gubarî Abdurrahman bin Abdullah Akşehrî, Hâzâ Kitabı-ı Kâbename-yi Şerif adlı eserinde cahiliye dönemini anlatırken:
“Bir kişi kim doğdu anın bir kızı
Doğduğu dem kaydı onun yıldızı”diyor.
***
Yer adları da
kültürün taşıyıcılarıdırlar.
Kırıkkale’nin Bahşılı, Kırşehir’in Kaman ilçeleri de Türk’ün eski
inancının yansımalarındandır.
Bahşili, (bir
yıl kadar önce ilçenin adı “Bahşılı” olarak TBMM’de tashih edilmiştir.)
kelimesini kökü; ‘baksı’, ‘bahşi’dir.
‘Bahşi’; şamanizmi
kopuz (saz) eşliğinde anlatan şamandır. Bugün ozanlık ya da âşıklık
geleneği olarak devam etmektedir.
‘Ahı’, kardeşliktir. Ahılı,
Kırıkkale merkeze bağlı köydür.
Aynı minvalde ‘Maşat’ (Meşhet) “şehit mezarı”
anlamındadır, köy adıdır.
Çağa, Malatya ve Elazığ çevresinde
çocuk anlamında kullanılmaktadır ki, Kaşgarlı’nın Divanı’ında tüylenmemiş kuş
yavrusudur.
Halk dilindeki
“ellam”ın aslında Arapça “Allah u âlem”den (Gerçeği ancak Allah bilir.) gelmesi
gibi…
Ya da;
Karac’oğlan’ın:
Ak eline al
kınalar yakarsın
Mor bileği
koluncuna dökersin
Kaş altından
melil melil bakarsın
Azıcık da gönlün var gibi gibi” ifadesiyle
Barış Manço’nun:
“Ben yaralı kurt, sen kınalı kuzu
Biraz cilve aşkın biberi, tuzu
Sanki biraz naz ediyorsun ama
Senin bana gönlün var gibi, gibi
Yüzüme karşı “Git.” diyorsun ama
Sanki gözlerin “Kal.” der gibi, gibi” ifadesi, kültürleşme değil
midir?